Hayatımın gerçek bir kesitini sizlere abartısız  aktarmak istedim. Bu yazı, hikayenin ikinci bölümü. Özetle, annem bakkaldan incir getirmemi istemişti. Aldığım incirden arkadaşlara birer, bir tane de kendim yiyince beş adet eksildi. Yazının özü 5 adet incir. 

            Annem, eksik incirlerin  hesabını bana sorarken dedem geldi. Babamın babası adı Mehmet olan dedem, anneme:

            -Hayırdır gelin neler oluyor? Annem:

            -Daha ne olsun baba. İlk bakışta basit görünen detayda derin bir suç. Bakkaldan incir getirmesi için para verdim. Bu, emanete sahip çıkmayıp sahibinden izinsiz incirlerden arkadaşlarına vermiş. Kendisi de yemiş. Ben de, suçunun cezasını kestim.

            Dedem:

            -Aferin gelin, çok iyi yapmışsın. Suç işleyen evladın da olsa mutlak cezasını çekmeli. Ama bir anne ile babanın en asli görevi evladı cezalandırmadan önce eğitmektir. Dedem, bunu dedikten sonra bana dedi:

            -Oğlum, iyi dinle. Söylediklerimi kafana koy. Bir gün, bir bedevi halifeliği sırasında Hz. Ömer’e gelir.  Hz. Ali’yi şikâyet eder. Bu şikâyet üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’yi çağırtır. Bedevi ile Hz. Ali yan yana duruyor vaziyette Hz. Ali’ye:

-Ey Ebul Hasan, bu şahıs senden şikâyetçi… Şikâyetine karşılık kendini savunman en doğal hakkın... Kendini savun!

Deliller, ortaya konur. Bedevinin davasında haklı olduğu anlaşılır. Hz. Ömer, Hz. Ali’ye hitaben:

-Ya Ali, karardan memnun kalmadın. Niye, memnuniyetsiz bir tavır takındın. Hz. Ali:

-Adil karar başım üstüne. Karara saygım sonsuz... Adaletle hükmettin ama beni sanık mevkiine çağırdığında davacı ile bana eşit muamele etmedin. Senin, bana hitabına üzüldüm.

Beni, zanlı makamına peygamber torunu oğlum Hasan’ın ismini kullanarak “Ey Ebul Hasan” ismiyle çağırdın. Bu unvanla çağırmana çok üzüldüm. Böyle bir ortamda peygamber neslinin unvanıyla anılmak bana ağır geldi. Oğlumun unvanıyla değil… Beni, Ali ismimle çağırmalı idin.

Adalette, davacı ile davalının eşit muamele görmesi gerekmez mi? Peygamber torununun adıyla anılmak farklı bir muameledir. Bu tutumuna  üzüldüm. Eskiden Araplar’ da şöyle bir adet vardı. Babalar, oğullarının adıyla “Mehmet’in babası Hüseyin” gibi isimle çağrılırdı.

Hz. Ali’nin bu tutumu karşısında Hz. Ömer ayağa kalkar. Doğruca Ali’nin yanına gelip Hz. Ali’nin alnından öper ve der:

-Ya Ali,  hatamı düzelttiğin için sana müteşekkirim. Haklısın, adalette muamele  herkese müsavi olmalı. Aksi zuldür. Kişiye göre adalet olmaz. Adaletin olmadığı yerde zulüm olur.

Gayri Müslim de olsa herkesin canı, malı, aklı, inancı ve namusu kutsaldır. Canın, aklın, malın, inancın ve neslin güvende olmadığı bir yerde adaletin varlığından söz edilebilir mi?

Dedem, sözünün devamında gün gelip büyüyeceksin. Bugünün küçükleri yarının büyükleri olacak. Bugün emanet edilen ufacık şeyler yarın karşınıza çok daha büyük değerler olarak çıkacak.

Asker olacaksınız, vatan size emanet edilecek. Esnaf olursanız sanat size emanet edilecek. Yönetici olursanız idare emanet edilecek. Çoban olursanız sürü… Hukukçu olursanız mağdurlar emanet edilecek.

Ailenin ortak malının fotoğrafı büyütüldüğünde insanın karşısına devlet ve millet malı olarak çıkar. Devlet ve millet malı, vazifelisi olsun olmasın tüm vatandaşa emanettir. Velhasıl emanete sahip çıkmak adaletin ta kendisidir.

Kişi adlarının Adil vs. olacağına karakterlerinin  adil olması daha önemli değil mi?

Müslüman adının Ali, Veli, Ahmet, Mehmet vs. olmasından öte tutum ve davranışların İslami olması esastır. İsimlerin İslam'i olmasından ziyade ahlakın İslam'a uygun olmasıdır.

Dalavereci olduktan sonra İslami isimlerin kime ne faydası olur? Ahlakı, Müslümana yakışır olmadıktan sonra. Önemli olan eylem ve söylemlerin Müslümanca olmasıdır. Müslümanlığı yaşamak başka şeydir. Müslümanca görünüp sahtekârlık yapmak daha başka şeydir. Allah, sahtekârların şerrinden korusun.

Devlet malı, vatan toprağı ve milletin saygınlığı her bir yurtsevere emanettir. Vatanseverler, başkasının malına, aklına, canına, inancına ve namusuna yan bakmaz. Bir insana, diğer insanların canları, akılları, malları, inançları ve namusları birer emanettir.

Adalet ve hak, tüm insanlığın ortak değeridir. Hak ve adalet kavramları evrenseldir. Hak ile adalet can, mal, akıl, inanç ve nesilin varlığında ortaya çıkar. Adalet, hakkın korunmasında denge unsurudur. Karşılıklı haklar ailede başlar. Toplumda gelişirr. Devlet ve millet malı olarak korunması her vatanseverin boynuna borç olarak doğar.

            Kişinin, ailenin, kamunun ve devletin malı azizdir. Mal varlığını israf etmeden vatan, devlet ve millet yararına tasarruf etmek ibadettir.

            Söyle bakalım, incir ve terazi meselesinde kim haklı kim haksız?

            -Dedemin sorusuna şöyle cevap verdim: Annem hakklı. Bakkal da haklı. Sen de haklısın.

            Haksız olan ben ve arkadaşlarım. Arkadaşların o safhada benden incir istemeleri yanlış. Benim hem onlara vermem ve hem de kendi yemem de yanlış.

            Hak sahibinin izni olmadan bir başkasına ait bir varlıktan faydalanmak haram. Dedem:

            -İşin ciddiyetini anladın. Yaptığın hatadan dolayı pişman oldun. Pişmanlık demek, yapılan işin yanlışlığını kabul etmek ve üzülmektir. Hak sahibinden özür dilemektir. Hak katında hem Allah'a ve hem de kullarına söz vermektir.

            Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!