“Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal. “ Galip devletler tarafından 1918 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesine girişilmişti. Bununla da kalınmayarak Türk’ün öz yurdu, anavatanı da parçalamak istediler… Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkmasıyla Anadolu’da milli mücadele başladı. Mehmet Akif Ersoy da bu milli mücadelede yerini aldı. Mehmet Akif, 1920 yılında, Balıkesir’de Zağnos Paşa Câmii’nde, Kastamonu ve kazalarında etkileyici vaazlarda bulunarak, halkın uyanmasına vesile olmuştur. “Hakka haktır” diyen Mehmet Akif’ in, haksızlığa ve vatanın düşman çizmesi altında çiğnenmesine tahammülü yoktu ve olamazdı. Çünkü; Annesi Buharalı Emine Şerife hanım, Mehmet Akif, henüz beşikte iken ona, Anadolu’nun yanık türkülerinden Rumeli’nin, Estergon kalesinden ve Kılıç Arslan’ nın cenklerinden ninniler söyleyerek beşikten itibaren onun ruhuna vatan sevgisini aşılamış ve onda sarsılmaz bir imanın kökleşmesini sağlamıştı. 19 Kasım 1920 tarihinde Kastamonu’da Nasrullah Câmii Şerifinde yapmış olduğu vâazı buna bir delildir. Mehmet Âkif Ersoy konuşmasında Kur’an-ı Kerim’de birkaç âyet-i kerimenin tercüme ve tefsirinden başlayarak özetle : “Ey mü’minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dinimize yabancı milletleri kendimize mahrem-i esrar, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz. Bunlar sureti haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felaketinizden, izmihalinizden, esaretinizden başka bir şey değildir.” “Ey cemaat-ı müslimin! İnsan için kendi aleyhine bile çıksa hakkı, hakikat, söylemek lazımdır” “Ey cemaat-ı müslimin! Milletler topla, tüfekle, ordularla, teyyarelerle yıkılmıyor, yıkılmaz milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek herkes kendi başına derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır. Atalarımız “Kal’a içinden alınır” sözü kadar büyük söz söylenmemiştir. Evet, Dünya’da bu kadar sağlam, bu kadar şaşmaz düstur yoktur. İslam tarihini şöyle bir gözümüzden geçirecek olursak cenupta, şarkta, şimalde, garpta yetişen ne kadar Müslüman hükümetleri varsa hepsinin tefrika yüzünden istiklâllerine veda ettiklerini, başka milletlerin esareti altına girdiklerini görürüz. Emeviler, Abbasiler, Fâtimiler, Endülüslüler, Gazneliler, Moğallar, Selçuklular, Mağribîler, İraniler, Faslılar, Tunuslular, Cezayirliler… Hep bu ayrılık, gayrılık hislerine kapıldıkları için saltanatlarını kaybettiler.” “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yolumuza götürürüz, şüphesiz ki ALLAH iyi iş işleyenlerle beraberdir.” Mealindeki âyeti, okuduktan sonra sözlerine şöyle devam eder; “Ya İlâhi bize tevfikini gönder! Doğru yol hangisidir, millete göster! Müslüman yurdunu her yerde felaket vurdu Bir bu toprak kalıyor, Dinimizin son yurdu Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer’i mübîn; Hakisar eyleme yâ Râb, onu olsın! …Âmin! Velhamd-ü lillahi Rabb’il âlemin.” Mehmet Âkif Ersoy’un vaazı ile halen gaflette olanların hakikati görmelerine vesile olmak istedim.. Çünkü bu vaaz günümüzü işaret ediyor. Ruhu Şad, mekânı cennet olsun. Mübarek Ramazan ayının arifesine cümlemizi eriştiren, Yüce ALLAH’a hamd-ü senalar olsun. ALLAH (C.C.), tutulan oruçları, okunan hatm-i şerifleri, duaları, hayır ve hasenatları kabul eylesin. Aziz Türk Milleti’ ni, Türk Yurtlarını Korusun ve Yüceltsin. Birlik ve dirliğimizi bozacak her türlü musibetten esirgesin… Acıların yaşanmadığı, Şeker tadında bir bayram olması dileklerimle.. İyi Bayramlar, Esen kalın.