Sosyolojide ihtiyaçlar zaruri, normal ve lüks olmak üzere üç türlüdür. Meseleler nitel ve niceliyle ele alınmadıkça doğru sonuçlara varılamaz. Bilenler susup bilmeyenler konuştuğunda bilgiler kirlenir. Kafalar karışır.Kirli bilgiden arınmak ehil kişilerin görüş bildirgeleriyle olur.Hayatın vazgeçilmezi iktisadi gelişimlerdir. Aksi sefalettir.Ne yazık ki iktisadi gelişimlerden sigorta, zekât ve faiz mevzuunda kafalar berrak değil. Sigortalar, havaic-i asliyeden borçlar ve temel ihtiyaçlar gibi konular cevap bekleyenler arasında.Önyargılar aşılmadıkça çağdaş, demokrat, milliyetçi veya mütedeyyin olunamaz. Maksat cebelleşmek değil. Daha iyi, daha güzel ve daha müreffeh bir yaşama ulaşmaktır.

İnsanın canı, malı, aklı, inancı ve iffeti güvende olmadıkça huzurdan söz edilemez. Dinlerin ihdası, hak ve adaleti sağlamaktır. Mazlum ve mağdura güvenli yaşam tesistir.İlim, bilim ve adaletin olmadığı yerde zulüm rüzgârları eser. Bir yerde cehalet, gaflet, dalalet ve ihanet can buluyorsa orada güven, sadakat ve samimiyet yoktur. Amentü’ye imanın esası güven, sadakat ve samimiyetle tasdiktir. Bu manada Hz. İbrahim tam bir rol modeldir. Amentü’ye inanmış insan güvenilir kişi olmak zorunda. İslam, Peygamber’inin cümle âlem nezdinde namı “El EMİN” değil miydi? Müslüman, güven anlamında mali, hukuki ve sosyal ilişkilerde kendini sorgulamaya mecburdur.Müslüman’ın ayakları harama gider mi? Elleri haram tutar mı? Midesi haramı hazmeder mi? Halife Ebu Bekir Sıddık’ın nereden geldiği meçhul sütü istifra etmesi Müslüman’a ibrettir. Midesi, haram kabul etmeyen Ebu Bekir misali doğrulardan olmaz mı? El insaf, el vicdan diyen hakka tecavüzle mazlumu mağdur eder mi?

Bütün zamanlara şamil Hz. Peygamber’in: “Kimin ihtiyaca yetecek kadar evi, sağlıklı ulaşım için bineği ve sağlam bir aile yapısı varsa o kişi bahtiyardır.” buyruğu, önemli derstir. O, bazı ölçülere sınır çekip meşru gelişimlere engel koymamış. Bu tür görüşleriyle hayatın idamesi için kıyas ve ümmetin icmaına izin vermiş.Borçlar ve temel ihtiyaçlar mekân ve zamana göre değişebilirler. İbadetler kendi özelinde ikmal edildiğinde anlam bulurlar. Pisliklerden temizlendiğinde değer kazanırlar. Zekâtta, mali bir ibadettir. Mal da zekât vermekle temizlenir. Rûm suresi ayet 39’da Allah: “İnsanlar, malları artsın diye faizle ne verirse versin Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek zekât verenler sevaplarını kat kat artıranlardır.” buyuruyor. Zekât, sömürü değil sömürüye set çeken bir sistemdir. Temel ihtiyaçlar ve borçlar doğru tespit edilmediğinde zekât İslam’ın istediği ibadet olmaz.

Zekât denilince akla “havaic-i asliyye” gelir. Öncelikle havaic-i asliyeden borç ve temel ihtiyaçların hesabı gerekir. Borç ve temel ihtiyaçlar denilen harcama kalemlerinin zekât tahakkuk edecek “ederden” düşülmesi gerekmez mi? Isınma, aydınlatma, tamir, bakım, ulaşım, gelişim, eğitim, vergi ve harçlar gibi masraflarborç ve temel ihtiyaçlar kapsamına girmez mi? Ticari, zirai, sınai sektör kârlılığını temin masrafları dikkate alınmaz mı? Zekât, bir yıllık getirilerden tediye yapılacağı için giderlerin de yıl bazlı hesaplanması doğru olmaz mı?Zekâttan gaye fakiri zenginleştirip zengini fakirleştirmek değildir. İktisadi değerlere ticari işlerlik kazandırıp üretimi artırmaktır. Statik yapıyı dinamik hâle getirerektir.Diğer yandan hayat, tarım, sağlık, yaşlılık, dask, kasko, mali mesuliyet sigortası vb. sigortalar yaptırmak haram mı, helal mi gibi konularda berraklık elzem değil mi? Bu mevzularda güvenli malumata ihtiyaç yok mu?

Müslümanın görevi, İslam’ı doğru yaşamak ve yaşatmaktır. İmam-ı Azam ve Muhammed Bâkır gibi iki büyük müçtehidin şu konuşmalarıiçtihat ve kıyasa ruhsattır.  İmam-ı Azâm, Hz. Peygamber’in torunlarından Muhammed Bâkır’ı ziyarete gider. Aralarındaki konuşmada Muhammed Bâkır: “Dedemin yolunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin?” dedi. Ebû Hanife: “Sen, sana layık olan şekliyle yerinde otur.  Ben de, bana layık olan biçimiyle durayım. Dedeniz Muhammed Mustafa’ya sahabe nasıl saygı gösterdiyse ben de, sana aynı şekilde saygı göstereyim. Size, üç sorum var. Birinci soru, kadın mı yoksa erkek mi daha zayıftır?” Muhammed Bâkır: “Kadın, daha zayıftır.” dedi.Ebû Hanife: “Mirasta, kadının hissesi erkeğe oranla kaçtır?” cevaben Muhammed Bâkır: “Erkeğin hissesi iki, kadının hissesi birdir.” Ebû Hanife: “Dedenizin sözü işte budur. Ben, onun dinini değiştirmiş olsaydım kıyasla erkeğe bir, kadına iki hisse verilmesini söylerdim. Kadın, erkeğe göre daha zayıftır. İkinci soru, namaz mı yoksa oruç mu daha efdâldir?” Muhammed Bâkır: “Namaz daha efdâldir.”Ebû Hanife: “Ben, onun dinini değiştirseydim kıyasla kadının ay hâlinden temizlendikten sonra namazı kaza etmesini ve orucu da kaza etmemesini emrederdim.” dedi. Üçüncü soru: “İdrar mı, meni mi daha pistir?” Muhammed Bâkır: “İdrar daha pistir.”Ebû Hanife: “Dedenizin dinini kıyasla değiştirseydim idrardan sonra gusledilmesini ve meni çıktıktan sonra abdest alınmasını söylerdim. Kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah’a sığınırım.” deyince, Muhammed Bâkır ayağa kalkıpEbû Hanife’yi alnından öptü.

Değişik coğrafyalar ve gelişen şartlarda sosyoekonomik yapıların farklılık göstermesi muhtemeldir. İslami mevzular hata götürmez. İslami meselelerin temel dayanağı Kur’an, hadis, icma-ı ümmet ve kıyastır. Günümüzde Müslüman’ın çektiği sıkıntıların ana nedeni İslam’ı doğru anlamamaktır. İslam, insanın zillete ve acze düşmesini istemez. Kafa karışıklığı zekât verilecek miktarlarda değil havaic-i asliyeden borçlar ve temel ihtiyaçların tespitinde... Borç ve ihtiyaçların kapsamlarını günün koşullarında tespit dinde yenilik değildir.İşin sorumluluğu fetva mercilerinde… Dini hükümleri, kirli bilgilerden arındırmakla Müslüman mesuldür.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!

Yunus Emre GÜLLÜ - 16 ARALIK 2021 / Milli irade gazetesi