10 Ağustos’ta Balıkesir’de meydana gelen 6,1 büyüklüğündeki deprem, hepimize bir kez daha bu ülkenin en acı gerçeğini hatırlattı. Maalesef 1 vatandaşımız hayatını kaybetti, 29 vatandaşımız yaralandı. Hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu acı haber, bize şu gerçeği yeniden hatırlatıyor: Deprem, ne zaman ve nerede olacağını bilmediğimiz ama mutlaka geleceğini bildiğimiz bir felaket.
Henüz üzerinden bir buçuk yıl bile geçmeyen 6 Şubat depremlerinde on binlerce insanımızı kaybettik. O gün yaşanan acı, sadece deprem bölgesinde değil, Türkiye’nin dört bir yanında yürekleri dağladı. Hafızamızdan asla silinmemesi gereken bu felaket, bize sağlam yapıların, planlı şehirleşmenin ve bilinçli toplum olmanın hayati önemini gösterdi. Ancak üzülerek söylüyorum ki, depremden sonra başlayan hassasiyetimiz zamanla yerini yeniden umursamazlığa bırakıyor.
Önümüzde bir başka kara yıl dönümü var: 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi. 26 yıl önce yaşanan bu büyük felaket, Türkiye’nin deprem gerçeğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermişti. Binlerce insanımızı kaybettiğimiz o geceden sonra “Bir daha asla” dedik. Ama aradan geçen yıllara rağmen pek çok kentimizde aynı riskler, aynı tehlikeler hâlâ varlığını sürdürüyor.
Eskişehir de bu riskten uzak bir şehir değil. Evet, çok katlı yapılaşmanın bazı bölgelerde sınırlı olması bir avantaj. Ancak kent merkezinde hâlâ deprem riski açısından tehlike arz eden çok sayıda bina var. Özellikle Yunus Emre Caddesi, Sakarya Caddesi, Sivrihisar Caddesi, Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi ve İsmet İnönü Caddesi gibi en yoğun kullanılan bölgelerde, alüvyon zemin üzerine inşa edilmiş, alt katlarında dükkan bulunan 7-8 katlı binalar ciddi bir risk taşıyor.
Bu binaların büyük kısmı, deprem yönetmeliklerinin bugünkü standartlarından uzak. Üstelik zemin yapısı gereği deprem anında yıkılma ihtimalleri yüksek. Böylesine yoğun kullanılan caddelerde, olası bir yıkım senaryosunun ne kadar büyük bir felakete yol açabileceğini düşünmek bile ürkütücü. Şehrin kalbinde bu riskleri bile bile yaşamak, bana kalırsa hepimizin vebali.
Kentsel dönüşüm, sadece eski binaları yıkıp yerine yenilerini yapmak değildir. Zemine uygun, mühendislik hesapları doğru yapılmış, denetimi sağlam, yaşanabilir binalar üretmektir. Bugün dönüşüm için atılacak her adım, yarın kurtarılacak bir can demektir. Ne yazık ki “Bir şey olmaz” diyerek geçen her gün, aslında bizi o kaçınılmaz güne biraz daha yaklaştırıyor.
Deprem bir doğa olayı. Onu engelleyemeyiz. Ama alacağımız önlemlerle felakete dönüşmesini engelleyebiliriz. Balıkesir’de yaşanan son deprem, bize bir uyarıydı. Bu uyarıyı dikkate almak, 6 Şubat’ta ve 17 Ağustos’ta yitirdiğimiz canların hatırasına en büyük saygıdır. Unutmayalım: Deprem değil, ihmal öldürür.