Önceki yazımızın devamında; İbn Abbas, adamın üç kez tekrarladığı sorusuna cevap vermez.  İbn Abbas,  soruya cevap vermeyince Huzeyfe bin Yeman der:

-Senin, soruna ben cevap vereyim. İbn-i Abbas’ın bu sorudan niçin hoşlanmadığını ben anladım. Bu ayetler, İbn Abbas’ın ailesinden Abdullah isimli birisi hakkında nazil oldu. O kişi, doğu nehirlerinden birinin yanına inmişti. Orada iki şehrin olduğunu gördü. O nehir, bu iki şehri birbirinden ayırıyordu.

Allah-u Teâlâ, o iki şehrin onların hükümranlıklarının zevaline, devlet olmalarının sonlanmasına ve yaşamlarının hitam bulmasına takdir buyurunca o şehirlerden birisinin üzerine ateş gönderdi. O şehir alevler içinde yandı. Kül oldu. Yeri kapkara kesildi. Diğer şehir halkı ise, sabaha kadar bir gece de o şehrin nasıl yok olduğuna şaşakaldı.

Sabah olunca, sağlam kalan şehir halkından inatçı bir grup türedi. Bu zorba grubun yüzünden ikinci şehri de Allah, yerin dibine batırdı. Yer üstünde onlardan hiçbir eser kalmadı.

Şûrâ suresindeki: “Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf.” ayetlerinin anlamı budur.  Hâ, Allah’ın bir azameti, bir hikmeti ve kazasının olduğuna delildir. Ayn, Allah’ın adaletine işarettir. Sîn, Allah’ın dilediğinin mutlaka olacağına delalettir. Kâf ise bu iki şehir halkı üzerinde meydana geldiğine alamettir.

Ebû Muaviye’den rivayete göre ise:

-Bir gün Ömer İbn Hattab, minbere çıktı be dedi:

-İçinizde, Hz. Peygamberin “Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf.” ayetlerini tefsir ettiğini işiten var mı? Diye sordu. İbn Abbas, yerinden doğruldu ve dedi:

-“Hâ, Mîm.” Allah’ın isimlerinden bir isimdir. “Ayn.” Bedir günü, arkalarını dönüp kaçanlar o günün azabını görmüşlerdir. “Sîn.” zulmedenler, hangi çevrilişle çevrileceklerini bilecekler anlamındadır.  Hz. Ömer, dedi:

-Ya “Kâf.” harfinin anlamı nedir? Hz. Ömer’in bu sorusu üzerine İbn Abbas, sustu.  Bu kez Ebu Zer, ayağa kalktı ve açıkladı. “Kâf.” harfi, gökten insanları kapsayacak bir musibettir, dedi.

Dördüncü ayette “Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O’nundur.” hepsi, Allah’ın mülkü ve kuludur. Her şey O’nun kahr-u galebesi ve tasarrufu altındadır. O, Allah Aliy’dir.  Azim’dir. O, Allah yüceler yücesidir.

Şûrâ suresi, 13’üncü ayette Allah: “Dine bağlı kalın ve onda tefrikaya düşmeyin… Diye, size de teşri buyurdu. Sana vahyettiğimizi İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya buyurduğumuzu. Kendilerini çağırdığın bu şey; müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer. Kendisine yöneleni de hidayete iletir, buyuruyor. Allah, önce hükmünü buyurur. O hükümden kulunu imtihan eder. Sonra da, hesabını sorar.

Hesap günü Allah, elbet adaletle hükmeder. Allah, adildir. Adaletli olanları sever. Allah’ın adaleti bir gün mutlak tecelli eder. Hak sahibi, hakkını gaspçıdan mutlaka alır. Alır da, nasıl alır? Onun kapsam alanını akıl sahiplerinin izanına bırakmakta fayda var.

Adaletin olduğu yerde huzur olur. Huzurun olduğu yerde güven olur. Güvenin olduğu yerlerde insani değerler hüküm sürer. İnsani değerler itibar görünce, herkes layık olduğu değeri bulur.

Dünyanın dengesi adaletle sağlanır. Adaletsizlikle de bozulur. Bir toplumda hukukun üstünlüğü hâkim olunca, hakkaniyet yaşam bulur. Hakkaniyet, ailede başlar. Dalga dalga toplumun diğer katmanlarına yayılır. Adalet ve hakkaniyet evrensel kavram ve kurallardır.

Adaletin varlığı ve işleyişi, sözden öte fiili uygulamalarla belli olur. Adalet hüküm sürdükçe herkes hakkınca hakkını alır. Bu nedenle, adalet herkese bir gün lazım olur. Adaletin azı çoğu olmaz. Adalet, adalettir.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!