Yanan orman yanan umutlar

Yaz mevsimi henüz ortasını bile bulmadan yüreklerimizi kavuran bir sıcaklıkla karşı karşıyayız. Ancak bu sıcaklık ne deniz kıyısında bir yaz tatilinin, ne de hasat zamanının habercisi... Bu sıcaklık, alevlerin içinde yok olan ormanlarımızın, evlerinden tahliye edilen insanların ve çaresizce göğe bakan çocukların gözlerindeki yangındır.

Son günlerde ülkemizin dört bir yanından yangın haberleri ciğerlerimizi yaktı ve ne yazık ki yakmaya devam ediyor. Özellikle Bilecik, İzmir ve Hatay’dan gelen yangın haberleri hepimizi derinden etkiledi. Bu yangınlarda sadece binlerce hektar orman değil, insan yaşamını, evleri, hayvanları, geçmişi ve geleceği de beraberinde kül oldu. Geçtiğimiz hafta Bilecik’te yaşanan yangının yerleşim yerlerine kadar ilerlemesi, köylerde yaşayan insanların son anda tahliye edilmesi bu sorunun sadece bir “çevre sorunu” değil, aynı zamanda bir “hayatta kalma mücadelesi” olduğunu bir kez daha gösterdi.

Ormanlar, yalnızca ağaçlardan ibaret değildir. Onlar suyumuzu temizleyen, havamızı arındıran, bizi afetlerden koruyan; kuşların, böceklerin, sincapların evi, çocuklarımızın geleceğidir. O ormanlar yanarken sadece doğa değil, bizim vicdanımız da yanıyor.

Yangınların sebebi kimi zaman ihmalkârlık, kimi zaman sabotaj, kimi zaman ise iklim krizinin acı bir sonucu... Ama her ne olursa olsun sorumluluk bizlerde. Yangınla mücadele sadece itfaiyecilerin, orman işçilerinin ya da valiliklerin işi değildir. Bu mücadele, toplumun tamamını ilgilendiren bir seferberliktir.

Bizler doğayla olan ilişkimizi yeniden düşünmeliyiz. Ormana atılan bir izmarit, bilinçsizce yakılan bir ateş, temizlenmeyen cam şişeler bir doğa katliamının ilk kıvılcımları olabiliyor. Ve o ilk kıvılcım bazen sadece birkaç dakikada geri dönülemez bir faciaya dönüşebiliyor.

Eskişehir belki bu yangınlardan coğrafi olarak uzakta, ancak hiçbir yer artık uzak sayılmaz. Bugün Bilecik’te yanan bir orman, yarın Mihalgazi’yi; bugün Hatay’da tahliye edilen bir ev, yarın Sivrihisar’daki bir köyü ilgilendirebilir. Çünkü doğa, sınır tanımaz. Ve yangınlar bize sınırların yalnızca haritalarda olduğunu hatırlatır.

Her yangında küle dönen topraklar bize bir şey söylüyor: “Beni korumazsan, bir daha sana hayat veremem.” Özellikle içinde yaşadığımız bu yüzyılda iklim krizi gibi çevre sorunlarının gerçekliğini göz ardı etmemeliyiz. Bu konuda en önemli kaynaklarımızdan biri olan ormanlarımıza sahip çıkmalıyız.

Ormanlarımızın tehdit altında olmasının yanında bir de vatandaşlarımızın hayatlarının, hayallerinin ve umutlarının tehlike altında olması hepimizi tedirgin ediyor. En kısa sürede bu yangınların söndürülmesi için çalışan kahramanlarımıza –itfaiyecilere, orman işçilerine, sağlık ekiplerine, gönüllülere– minnetimizi sunmalı ve yalnızca sosyal medyada değil, günlük hayatımızda da farkındalıkla hareket etmeliyiz. Çünkü doğayı korumak bir görev değil, bir zorunluluktur.

Unutmayalım: Küllerinden doğan bir toprak, yeniden yeşerebilir. Ama aynı hataları tekrar edersek, o topraklar bir daha asla eski haline dönemeyebilir.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }