Telefon Ekranı Parlak, İnsanlık Loş

“Benliğimizi tümüyle medya teslim aldı. Kitle iletişim araçları öyle bir şey ki; kişisel hayatımızdan siyasal kararlarımıza, ekonomik tercihlerimizden estetik zevklerimize, psikolojimizden ahlaki seçimlerimize dokunmadıkları, değiştirmedikleri hiçbir yanımız kalmadı. Yaradanımız medya artık. Kültürel ve toplumsal değişimi anlamak mı? Medyanın bugün hayatımızı nasıl, hangi yollarla yeniden şekillendirdiğini görmeden mümkün değil,” diyor Marshall McLuhan, The Medium is the Message adlı kitabında. Ve işte ben, bu hafta yazıma tam da bu cümlelerle başlamak istedim.

Şimdi dürüst olalım…

Sosyal medyada hepimiz küçük bir “ülke” kurmuş gibiyiz. Başkan da biziz, muhalefet de! Herkes konuşuyor, herkes yazıyor, herkes bir şey savunuyor.

Ama kimse kimseyi dinlemiyor.

Eskiden insanlar fikirlerini yüz yüze paylaşır, meydanlarda, toplantılarda veya kahvehanelerde bir araya gelirdi. Günümüzde ise bu tür tartışmalar, elimizdeki telefon ekranlarına taşınmış durumda.

Yani koca dünya telefon ekranlarına hapsolmuş.

Artık kimse “Nasılsın?” diye aramıyor.

Bir “selam” bile atsan, altına mavi tik düşünce iletişimin bittiğini sanıyoruz.

Modern çağın ironisi bu: herkes her an çevrimiçi, ama kimse gerçekten ulaşılabilir değil.

Eskiden ev telefonu çaldığında koşardık.

Şimdi telefon çalınca panikliyoruz:

“Kim arıyor, neden arıyor, bir şey mi oldu?”

Aramak artık neredeyse kriz çağrısı gibi algılanıyor.

Sesli iletişim “nostaljik”, yüz yüze iletişim “gereksiz efor” sayılıyor.

Ama gel gör ki hepimizin mesajlarında emoji, nokta, üç nokta, kalp…

Hepsi ayrı bir dil, ayrı bir niyet beyanı.

*** *** ***

Bir de özel hayat meselesi var tabii. Eskiden “özel” olan şeyler artık “story”.

Kahvemi koydum, kedimle poz verdim, saçımı kestirdim, tatilde denize girdim… her şey “kamuya açık”.

Yani kamusal alanla özel alan birbirine karıştı.

Ama aslında kaybettiğimiz şey, “sesi duymak.”

Birinin kahkahasında, nefesinde, o minicik duraksamasında hissettiğimiz samimiyet.

Dijital dünya bize hız kazandırdı ama anlamı eksiltti.

Artık duygular da “okundu bilgisi”yle sınırlı.

Ve ben diyorum ki…

Belki de bazen o mavi tike değil, “alo”ya dönmek lazım.

Çünkü Wi-Fi sinyali değil, insan sesi bağ kurar.

Yoksa hepimiz, “iletişime açık” yazan ama uçak modunda yaşayan insanlar olarak kalacağız.

Bence yine de umut var. Çünkü sosyal medyanın olumsuzlukları olduğu kadar harika da bir yer.

İyi kullanırsan, bir fikir bir kıvılcım olur, bin kişiye ulaşır.

Kötü kullanırsan, bir kelime bile yangın çıkarabilir.

PEKİ NE YAPMALI?

Bence mesele sosyal medya değil. Mesele biziz.

Ne paylaştığımız, nasıl tartıştığımız, neye değer verdiğimiz.

Belki de önce birbirimizi gerçekten duymayı öğrenmemiz gerekiyor.

Yoksa sonsuza kadar “herkesin konuştuğu ama kimsenin dinlemediği” o gürültülü meydanda kalacağız.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }