İstanbul’un silüetini gözünüzün önüne getirin. Galata’nın kulesi, Süleymaniye’nin kubbesi... Bir de Asya’nın kapısında, denize nazır o mağrur kale: Haydarpaşa Garı. Yaklaşık 10 yıl önce, dönemin bakanları "Gar olarak kalacak" sözünü verdiğinde bir "oh" çekmiştik. Ancak bugün, o devasa kapıdan içeri ne bir tren giriyor ne de o meşhur vapur düdüklerine karışan tren sesleri duyuluyor.
Elimizdeki tablo şu: Bir yanda "Kültür Vadisi" adı altında opera, bale ve festivallerle donatılmak istenen bir proje; diğer yanda "Burası Hicaz’ın başıdır, şehitlerin mekanıdır" diyen haklı bir tarihsel hafıza.
Peki, Haydarpaşa’ya ne oluyor? Bir dönüşüm mü yaşıyor, yoksa yavaş yavaş "ruhunu" mu teslim ediyor?
Müzeleştirmek mi, Yaşatmak mı
Şehircilikte "Adaptive Reuse" (Yeniden İşlevlendirme) diye havalı bir terim vardır.
Dedenizden kalan antika bir cep saatiniz olduğunu düşünün. Onu cam bir fanusa koyup sadece seyrederseniz (Müzeleştirmek), o artık bir saat değildir, biblodur. Ama mekanizmasını tamir edip, belki kayışını yenileyip kolunuza takarsanız (Yeniden İşlevlendirme), o hem dedenizin hatırasıdır hem de size zamanı gösteren yaşayan bir eşyadır.
Şu an Haydarpaşa için masada olan projeler (Millet Kütüphanesi, sergi alanları, performans merkezleri), garı o "cam fanusa" hapsetme riski taşıyor. Bir kesim buranın opera-bale ile "Bizans/Batı" kimliğine büründürülüp aslından koparılmasından korkuyor. Diğer kesim ise buranın işlevsiz bir "heykele" dönüşmesinden endişeli. İkisi de haklı.
Çünkü Haydarpaşa Garı, 1900 yılında Sultan Abdülhamit’in emriyle, Medine’ye uzanan o kutsal Hicaz Demiryolu'nun başlangıcı olarak tasarlandı. 1917’de Filistin cephesine mühimmat götürürken sabotaja uğrayıp şehit olan askerlerin son durağıydı. Burayı sadece "konser alanı" yapmak, o şehitlerin ruhuna ve mekanın hafızasına saygısızlık olmaz mı?
Fonksiyon Ruhu Yaratır
Sorun kütüphane olması değil. Sorun, kütüphane olurken "Gar" vasfının ölmesi. Bir garı gar yapan binası değil, yolcusudur. Valizini sürükleyen teyzeler, kavuşan aşıklar, gurbete giden öğrenciler yoksa; o bina dünyanın en güzel kütüphanesi de olsa, en şık opera binası da olsa eksiktir, ölüdür.
Binayı "tema parkına" çevirmek, onu soylulaştırırken halktan koparmaktır.
Orta Yol ve Çağrı
Çözüm ne geçmişe saplanıp kalmak ne de modernite adına hafızayı silmek. Çözüm basit: Sentez. Haydarpaşa, vitrinlik bir "Kültür Mabedi" olmadan önce, işleyen bir istasyon olmaya devam etmelidir.
Evet, kütüphane olsun; gençler kitap okurken alttan geçen trenin titreşimini hissetsin. Evet, sergi olsun; ama o sergiyi gezenler, biletle giren turistler değil, trene yetişmeye çalışan halk olsun.
Haydarpaşa’nın, Alman mimarisinin soğuk duvarlarına değil, Anadolu insanının sıcak nefesine ihtiyacı var. Yetkililere ve projeyi yürütenlere çağrımdır: O rayları süs diye orada bırakmayın. Trenleri geri getirin. Çünkü tren yoksa, Haydarpaşa sadece güzel bir bina; ama tren varsa, Haydarpaşa İstanbul’un kalbidir.
Eskişehir’de bir demiryolu kenti. Demiryolları ile alakalı pek çok yazı kaleme aldım. Umulur ki Eskişehir Demiryolu sahasında da özüne uygun, sürdürülebilir dönüşüm çalışmalara imza atılır.