Bu haftaki köşe yazımda “Aşiret ve Kadın” meselesini ele alıyorum.
Bu yazıyı, babamızın vefatından sonra 35 yıl boyunca dimdik durarak hem annelik hem babalık yapan, gerçek bir aşiret kadınının vakarını bizlere öğreten anneme ithafen kaleme aldım.
Aşiret ve kadın konusu, yıllardır kamuoyunda çoğu zaman yanlış aktarımlarla, magazinsel yaklaşımlarla ve yüzeysel yorumlarla tartışıldı. Özellikle de aşiret kadınının değeri, düğünlerde takılan altınlar üzerinden yapılan yüzeysel yorumlarla adeta magazinleştirildi; oysa bu, meselenin en dış halkası bile değildir. Aşiret kadını, takı törenlerinin ötesinde; aileyi bir arada tutan, kriz anlarında sözü dinlenen, toplumsal dengeyi sağlayan ve yeri geldiğinde çatışmayı durdurabilecek bir ağırlığa sahiptir.
“Kadının aşiret içindeki kıymeti büyüktür. Bunun en çarpıcı örneği ise kan davalı aileler karşı karşıya geldiğinde yaşanır. O anda kadın, beyaz tülbentini ortaya attığında herkes durur; büyüyen öfke bir anda sükûnete dönüşür. Çünkü tüm taraflar, kadına verilen değerin gereği olarak o anı hürmetle karşılar ve olası bir olumsuzluğu engeller.”
Babam çok genç yaşta vefat ettiğinde annem henüz 26 yaşındaydı. Kendisi, bölgenin köklü ve büyük aşiretlerinden biri olan Sorkan aşiretine mensuptu. Dedem Sofi ise hem din ilmi hem de vakur kişiliğiyle çevresinde sevilen, sözü dinlenen bir insandı. Babamın vefatından sonra dedem, törenin gereği olarak anneme “Eğer istersen baba evine dön, yükün hafiflesin” şeklinde bir teklifte bulunur. Fakat annem kararlıdır;
“Hayır, çocuklarıma hem annelik hem babalık yapacağım.”
diyerek bu yolu kendi iradesiyle seçer.
Aradan geçen 35 yılda annem bu sözünün arkasında durmuş, ne zor zamanlarda geri adım atmış ne de evlatlarına yük olmaktan endişe ederek bir an bile sarsılmıştır. Bu duruş sadece bir annenin sabrı değil; aşiret kadınının özüne işleyen sorumluluk, direnç ve onur anlayışının en somut yansımasıdır. Annem, hayatı boyunca hem kendi aşiretinin vakarını hem de kadın kimliğinin gücünü taşıyarak bize örnek olmuştur.
Aşiret geleneğinde kadının etkisi çoğu zaman dışarıdan bakıldığında görünmez; fakat gerçek karar anlarında asıl ağırlığın kimde olduğu ortaya çıkar. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de kendi ailemizde yaşanmıştır. Dedem Hacı Ramazan, köyü ve çevresi üzerinde sözü geçen, aşiretimizin önde gelen kanaat önderlerinden biriydi. İlk evliliğini, aşiretin saygın isimlerinden Ela Ağa’nın kızı, babaannem Hevle ile yapmıştı. Yıllar sonra ikinci bir evlilik yapmak istediğinde, bu kez bölgenin beylerinden birinin kızını almak niyetindeydi. Ancak babaannem Hevle bu duruma itiraz eder: “Aynı evin içinde iki ağanın kızı olmaz” diyerek hem sosyal dengeleri hem de aşiretler arası hassasiyeti gözetir.
Dedem, bu itirazı bir kapris değil, bir kadın aklı ve aşiret görgüsü olarak kabul eder ve evlilikten vazgeçer. Bu hadise, bize bir kez daha şunu gösterir:
Aşiretin gerçek istikrarını sağlayan, çoğu zaman kadınların feraseti, sezgisi ve sözünün ağırlığıdı.
Kadının aşiret içerisindeki önemine dair çarpıcı örneklerden biri de Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde “hanımağa” olarak bilinen Suna Kepoğlu Ataman’dır. Şeyhdoda Aşireti lideri Mahmut Kepoğlu’nun kızı olan Ataman, önce ağabeyini ardından babasını kaybetmesi üzerine 51 yaşında aşiretin başına geçmiş, bu zorlu sorumluluğu tereddütsüz şekilde üstlenmiştir.
Babası gibi siyasetin içinde yer almayı tercih eden Ataman, bugün AK Parti Diyarbakır Milletvekili olarak görev yapmaktadır. Ancak onun ağırlığı sadece parlamentodaki temsille sınırlı değildir. Bölgesinde adeta bir barış elçisi kimliğiyle tanınır. Kan davası, husumet, küskünlük veya arazi anlaşmazlıkları nedeniyle birbirine düşman hâle gelen aileleri bir araya getirmek üzere büyük çaba göstermekte; çoğu zaman tek sözüyle gerginliği yumuşatmaktadır.
Bugüne kadar çok sayıda aileyi barıştırmış olması, bir kez daha şu gerçeği gözler önüne serer:
Aşiret geleneğinde kadın, sadece bir aile figürü değil; gerektiğinde bir lider, bir hakem ve toplumsal huzurun taşıyıcısıdır.
Bugün dönüp baktığımızda görüyoruz ki; aşireti ayakta tutan güç, sadece erkeklerin fiziki varlığı ya da geleneksel otoritesi değildir. Asıl güç, kadınların görünmeyen fakat her kırılma anında kendini hissettiren dirayeti, sabrı, feraseti ve adalet duygusudur.
Bugün aşiret kavramını tartışırken, kadınların bu yapının temel taşı olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü kadın olmadan aşiret yalnızca bir kalabalıktır; kadınla birlikte ise bir aileye, bir geleneğe, bir hafızaya ve bir kimliğe dönüşür.
Bu sebeple; aşireti anlamak, önce kadını anlamaktan geçer. Ve kadını anlamak, onun görünmez emeğini, sessiz direncini, sözü kadar sükûtunun da ağırlığını fark edebilmekle mümkündür.