Levend Kılıç’ın “Avare Adımlarla Eskişehir” Kitabı

Doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız yeri tanıdığımız kadar severiz. Sevdiğimiz kadar da bizim olur. Biz de onun parçası oluruz.

      Kent bilinci, hemşerilik dediğimiz de kişinin yaşadığı yeri severek sahiplenmesi değil mi?

      Peki; bize doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız yeri kimler tanıtır?  Bunun yanıtı,önce ailemizdeki ve çevremizdeki büyüklerimizdir. Daha sonra araştırıp kitap yazanlardır. Şairler, roman yazarları, ressamlar, fotoğraf sanatçıları gibi sanatçılardır. İstanbul’u Ara Güler’in fotoğraflarıyla, Orhan Veli’nin şiirleriyle, Hikmet Onat’ın resimleri, Sait Faik’in öyküleri ve Atıf Yılmaz, Metin Erksan gibi yönetmenlerin filmleriyle seviyoruz, görmek, yaşamak istiyoruz.

     Eskişehir için şiirler, romanlar yazanlar, resimler yapanlar pek yok denilecek kadar az ve tanınmamış oldukları için de pek bilinmezler. Sadece eski fotoğraflara bakıp; eskiden böyle imiş demekten öteye gidilmez. Buna karşı 2000’li yıllarda  Eskişehir’in sanat çevresinin gelişmesi ve ülkemizin sanatta öne çıkması ile artık Eskişehir için şiirler, romanlar yazılan resimleri, fotoğrafları ile tanıtılan yer olmasıyla gezilecek, görülecek yer olmasıyla Eskişehirlinin daha sevdiği, sahiplenildiği yer oldu.

     Eskişehir’in kitapları ise sadece  1930-1965 yıllarında Faruk Şükrü Yersel, Muhiddin Aslanbay ve Fikret Çelikkanat’ın yazdıkları çevre inceleme kitapları idi. 1985 sonrasında, önce  Anadolu Üniversitesi’nde  İletişim Bilimleri, Edebiyat ve Mimarlık Fakültelerin kurulması buralarda Sanat Tarihi, Arkeoloji gibi bölümler Eskişehir’e yeni araştırmalar kazandırdı. 2000’li yıllarda da peş peşe Eskişehir ile ilgili kitapların yayınlanması başladı. Bu gün bir Eskişehir Kitaplığını oluşturacak kadar kitabı oldu.

     Geçtiğimiz gün bu kitaplara bir yenisi daha eklendi. Yazarı kent sevdalısı olarak tanıdığımız Prof. Dr. Levend Kılıç. Kitabın adı: “Avare Adımlarla Eskişehir”

     “Avare Adımlarla Eskişehir” alışık olduğumuz bir Eskişehir çevre incelemesi kitaplarından değil. Bir yazarın gördükleri, yaşadıkları, okudukları, dinledikleri ile yola çıkarak anılarıyla yazdığı değişik bir kitap. Kitabın yazarı bir de fotoğraf sanatçısıysa fotoğraflarıyla da görselini eklemiş.

    Prof.Dr. Levend Kılıç, 1997 yılında Eskişehir’in 1900’lerde çekilmiş Eskişehir’in ilk fotoğraflarından oluşan “Anılarda Eskişehir” kitabını yaptı. 1998 yılında “Eskişehir Kent Kitabı”nı hazırladı. 2007 yılında Eskişehir esnafını fotoğraflayarak  hazırladığı “Meslekte Kırk Yıllıklar” kitabı var Ayrıca 1991 yılında  yayınlanan Suzan Albek’in “Dorylaıon’dan Eskişehir’e gibi kitaplara katkı verdi. 2000’li yıllarda Anadolu Üniversitesi’nin yayını TVA televizyonunda  her hafta bir Eskişehir’e dair kültür ve tarihi konularda konuk ilebelgesel niteliğinde “Masa Başı Söyleşileri” nde Eskişehir’i konuştu, konuşturdu. Bunları, Prof.Dr. Levend Kılıç’ın Eskişehir’i konuşabilecek, yazabilecek bir Eskişehir sevdalısı olduğunu anlatmak için yazdım.

      “Avare Adımlarla Eskişehir” küçük boy, 156 sayfalık, İnkilap Kitabevi’nde çıkmış bir kitap.  Eskişehir’i  20 başlıkta anlatıyor. Köprübaş, Porsuk, Haller Gençlik Merkezi, Odunpazarı, Sinemalar, Kitapçılar gibi adım adım dünü bugünüyle anlatıyor.

      Porsuk kenarı, bu gün Porsuk Bulvarı, dün Yalaman Adasıydı. Eskişehirli’nin tek gezinti yeri idi. Yazlık (Bahçe) Sinemaları, semaver ile gelen çayların içildiği Çay Bahçeleri, Sandal gezintileri hatta Lunapark’ın da bulunduğu yer. Kılıç anılarıyla gezdirerek anlatıyor  Porsuk kıyısı Yalaman Adasını…

      Prof.Dr. Levend Kılıç 1953 Eskişehir doğumlu. Eskişehir Atatürk Lisesi, Ankara Üniversitesi SBF Basın-Yayın Yüksek Okulu mezunu (1976) Anadolu Üniversitesi’nde Fotoğraf, Medya Estetiği ve Uzaktan Öğretim konularında uygulamalı akademik çalışmalar yaptı. 1985 yılında doktorasını tamamladı. 1988 ‘de doçent, 1993’te profesör oldu. 1977 yılında İTİA bünyesindeki AKÇE (Akademi Çevre Eğitim Merkezi) Fotoğraf Kulübü’nü kurdu. 1995 yılında EFSAD’ın (Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği) kurulmasına öncülük etti ve kurucularından oldu. Fotoğraf sanatı üzerine kitaplarıyla beraber  yayınlanmış 12 kitabı var.

Fatma Girik’in Ardından Türk Sinemasına Bakış

Fatma Girik, Türk sinemasını yaratan kadın oyuncularımızdan , önde geleni idi. 15 yaşında girdiği sinemaya 180’den fazla filmde rol aldıktan sonra adını unutulmaz yaparak 79 yaşında vefat etti.

     Onu televizyon kanalları sadece haberlerinde,  bir de  paparazzi programlarında tanıttı. Dizilerden, yemek ve salya sümük  aile kavgaları programlarından başka programları olmayan televizyonlarımız, başta TRT olmak üzere onu filmleriyle doğru dürüst tanıtmadı.

     Fatma Girik’in tanıtılmaya ihtiyacı var mıydı?

     Bence; en azında ona vefa borcu olarak vardı. Sonra,1990 sonrası doğanlar için tanıtılmalıydı. Çünkü, 2000’li yıllarda sinema bitti. Diziler salgını başladı. Her gün yeni yeni oyuncular çıkıyor, makineleşme gibi  diziler çekiliyor. Dizilerde halk kendini bulacağı ortamlar değil. Zenginlerin saray gibi köşklerinde, zenginlerin lüks iş yerlerinde burjivanın dünyası, şirket içi paylaşım kavgaları.Gizli aşk kaçamakları. Oyuncular her sahnede giyim defilesi sunuluyor. Oyuncularda bir iki filmde büyük paralarla oynuyorlar, “Az sonra, az sonra” denilen paparazilerde dedi kodularıyla meşhur oluyorlar.

      Toplumu esir alan, başka seyredeceği programların olmamasını kullanan dizilerin bir yönü de; edebi bir eserden gelmemesi nedeniyle uzatabildikleri kadar uzatıyorlar.   Seyirci, izleyici de eli mecbur. Her kanalda dizi…

     Oysa Türk sineması Fatma Girik, Türkan Şolay, Tarık Akan, Yılmaz Günay, Kemal Sunar, Şener Şen gibi bir avuç sinemacı ile kuruldu ve toplumun kültürü, yaşamı, sorunlarını beyaz perdeye onlarla taşındı. Diziler bunu yok etti. Onun için 2000’li yılların film seyircisi sadece AVM’lerin içersindeki sinema salonlarında az çekilen filmlerle sinemayı tanıyabildiler.

     Bizde bir şey eksik; Eski filmlerin tekrar gösterimleri yok. Bir ara, 30 yıl önce TRT Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Sinema Arşivi’nden bunu yapıyordu. Şimdilerde bir tutturdular “Hababam Sınıfı” ve “Kemal Sunar” filmlerini bıktırıncaya kadar, başka filmler yokmuş gibi gösteriyorlar. Örneğin 1940’larda,50’lerde, 60’larda çekilen filmler, eski yönetmenler, eski artistlerin tanıtımları nerede? Televizyonların asri görevleri arasında sinema kültürünü yaratma, geliştirme, yaygınlaştırma yok mu?

     Bir toplum geçmişinden, kültüründen, değerlerinden nasıl uzaklaştırılır? İşte böyle. Ülkemizin bir kültür,sanat politikası olmadığı gibi, televizyonlar için de politikamız yok, televizyonların da kültür,sanat politikası yok. Böyle olunca insan yaratma politikamız yok. İnsanını yaratma politikası olmayan ülkelerde insanın insani yönü, duyguları olmayan insanlar türer cinayetler şiddet kol gezer, orada sanat, sanatçılar, Fatma Girik’ler önemli değildir…

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }