Günümüz Türkiye'sinde, maneviyatın ve seküler baskıların sıkıştığı bir arka planda, iman kavramı adeta bir pusula gibi yol gösteriyor…
Ancak bu pusula, sadece varlığıyla değil, niteliğiyle de yolumuzu belirliyor…
Son yıllarda, sosyal medya akımlarından dini sohbetlere, hatta siyasi söylemlere kadar her yerde duyduğumuz "taklidi iman" ve "tahkiki iman" kavramları, Türk toplumunun ruh halini anlamak için bir anahtar niteliğinde…
Bu iki iman türü, bireysel inancın derinliğini değil, aynı zamanda toplumsal icraatın –yani eylemlerin, projelerin ve geleceğin– kalitesini de şekillendiriyor…
Gelin, bu kavramlar üzerinden Türk toplumunu bir cerrah titizliğiyle inceleyelim: Nerede taklit, nerede tahkik?..
Ve bu ayrım, icraatlarımıza nasıl yansıyor?..
Öncelikle, kavramları hatırlayalım ki tartışmamız zemin kazansın…
Tahkiki iman, vahiy ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) tebliğ ettiği emir-nehiyler karşısında kalbi tam bir itmi'nana erdiren, akıl ve nakil delilleriyle pekişmiş bir inançtır…
Bu, sorgulamayı, araştırmayı, delil aramayı teşvik eder; insanı huzura, sükûna ve kesin bir emniyet hissine kavuşturur…
Buna karşılık, taklidi iman ise bir başkasının telkiniyle, delilsiz ve sorgusuz kabul etmeyi ifade eder –sanki bir miras gibi, babadan oğula aktarılan ama kökleri incelenmeyen bir inanç…
Bu ayrım, bireyin iç dünyasından taşarak topluma yayılır; çünkü iman, sadece kalp işi değil, aynı zamanda el ve dil işidir…
İcraat, yani eylem, bu imanın meyvesidir…
Türk toplumunu bu gözle analiz ettiğimizde, taklidi imanın izleri hemen göze çarpıyor…
Cumhuriyet'in kuruluşundan beri, Osmanlı mirasının kalıntılarıyla yoğrulmuş bir nesil, dini inancı genellikle "gelenek" kisvesi altında miras aldı…
Dededen toruna aktarılan namaz, oruç veya bayram ritüelleri, çoğu zaman sorgulanmadan sürdürülüyor…
Araştırmalara göre (örneğin, son yıllardaki Konda ve benzeri anketler), Türklerin %80'inden fazlası kendini "Müslüman" olarak tanımlarken, bu inancın delillerini araştıranların oranı %20'leri zor buluyor…
Bu taklidi katman, özellikle kırsal kesimlerde ve yaşlı nüfusta hâkim: İnanç, bir aidiyet aracı; ama hayatı dönüştüren bir ateş değil…
Sonuç?..
Toplumsal icraatlar da bu sığlıktan nasibini alıyor…
Bakın, çevre sorunlarına duyarsızlığımıza: Orman yangınları veya su kaynaklarının tükenişi karşısında, "Kader" diye geçiştiren bir taklitçi yaklaşım, somut eylem –geri dönüşüm projeleri, yeşil politikalar– yerine kaderci bir bekleyişi doğuruyor…
Veya gençlik arasında yükselen sekülerleşme dalgası: İnanç sorgulanmadığı için, modern hayatın cazibesi karşısında kolayca eriyip gidiyor, boşlukta savrulan bireyler yaratıyor…
Öte yandan, tahkiki iman, Türk toplumunun damarlarında gizli bir cevher gibi parlıyor –henüz yeterince işlenmemiş, ama potansiyeli yüksek…
Son on yılda, özellikle üniversiteli gençler ve kentli orta sınıf arasında, bu iman türü filizleniyor…
Dijital platformlar sayesinde, klasik metinlerden (örneğin, İmam Gazali'nin "İhya-i Ulumiddin” i gibi deliller erişilebilir hale geldi…
Birçok genç, sosyal medyada "iman delilleri" tartışmalarına dalıyor; ateizm akımlarına karşı akılcı savunmalar üretiyor…
Bu tahkiki yaklaşım, bireyi sadece inanmaya değil, içselleştirmeye itiyor: Merak, araştırma ve delil, inancı bir zırh haline getiriyor…
Ve işte burada icraat devreye giriyor….
Tahkiki iman sahipleri, hayatlarını anlamlı kılan eylemlere yöneliyor…
Düşünün: Son yıllarda artan "sosyal girişimcilik" hareketleri –örneğin, mültecilere yardım eden STK'lar veya sürdürülebilir tarım projeleri– bu imanın meyvesi…
İstanbul'un bir köşesinde, bir grup genç, vahiy delilleriyle beslenmiş bir vicdanla, depremzedelere kalıcı konutlar inşa ediyor; Anadolu'da bir girişimci, helal ekonomi ilkelerini sorgulayarak organik tarım kooperatifleri kuruyor…
Bu icraatlar, taklidin pasifliğinden uzak; aksine, topluma huzur ve emniyet aşılayan, anlam arayışını karşılayan bir dinamizm taşıyor…
Peki, bu iki iman türünün Türk toplumundaki dağılımı ne diyor bize?..
Bir yanda taklidin konforu: Kolay, risksiz, ama etkisiz. Toplumun %60-70'ini saran bu katman, icraatları yüzeysel kılıyor –siyasi vaatlerden günlük ilişkilere kadar…
Öte yanda tahkikin derinliği: %20-30'luk bir azınlıkta yoğunlaşan, ama geleceği şekillendiren bir güç…
Kalan kısım ise gri alanda: Potansiyel tahkike hazır, ama tetikleyiciye ihtiyaç duyan…
Sorun şu ki, eğitim sistemimiz ve medya ortamımız, taklidi besliyor; sorgulamayı teşvik etmiyor…
Okullarda din dersi, ezber odaklı; sosyal medyada ise yüzeysel paylaşımlar hâkim…
Eğer bu dengesizlik devam ederse, icraatlarımız da yarım kalacak: Büyük hayaller, küçük adımlar…
O halde, Türk toplumu için reçete ne?..
Tahkiki imanı teşvik etmek: Camilerden akademilere, her alanda delil odaklı sohbetler; gençlere araştırma bursları; hatta siyasi liderlere "iman manifestosu" çağrısı…
Çünkü tahkiki iman, bireyi mutmain kıldığı gibi, toplumu da dönüştürür…
İcraat, bu imanın gölgesinde filizlenir: Adil bir ekonomi, merhametli bir sosyal yapı, huzurlu bir gelecek…
Unutmayalım, Peygamberimiz (s.a.v.) "İlim Çin'de bile olsa alınız" buyururken, tam da bu tahkiki ruhu emrediyordu…
Türk milleti, taklidin konforundan sıyrılıp tahkikin ateşine yaklaştıkça, icraatlarımız da efsanevi bir ivme kazanacak…
Zira iman, sadece kalp değil; icraatın ta kendisidir…
Ve biz, bu yolda yürümeye mecburuz…
AZ DA SAĞLIK…
Hayat boyu güçlü ve sürdürülebilir sosyal bağlar biyolojik yaşlanmayı yavaşlatabilir, enflamasyonu azaltabilir ve vücudun "epigenetik saatini" daha genç tutabilir.
NE DEMİŞ?…
Peki sen nesin sayın okur? Kimlerden sayıyorsun kendini? “Aptallardan mı, yoksa delilerden mi? Öyle kibirlisin ki, seç birini deseler deli olmayı seçerdin.”
-Gustave Flaubert ( Bir Delinin Anıları)