Lübnan iç savaşının karanlık yüzünü, bir istatistik ya da tarih notu olmaktan çıkarıp bizzat bir kadının bedenine ve ruhuna işleyen “İçimdeki Yangın”, toplumsal şiddetin birey üzerindeki tahribatını çarpıcı bir dille anlatıyor. Film, Nawal Marwan’ın yaşamı üzerinden; din, kimlik, yoksulluk ve savaş sarmalında şekillenen Ortadoğu gerçeğini izleyicinin tam kalbine bırakıveriyor.
Hikâye, annelerini kaybeden ikizler Jeanne ve Simon’ın, onlara bırakılan gizemli vasiyetle geçmişin izini sürmesiyle başlıyor. Fakat bu yolculuk yalnızca kayıp bir babayı ya da bilinmeyen bir ağabeyi bulmak değil; savaşın bir kadının kimliğini nasıl parçaladığını anlamak için de bir yüzleşme.
Çocukların saçlarının kazıtıldığı sahneyle başlayan “kimliksizleştirme” politikası, yıllar sonra hapishanede Nawal’ın saçlarının kesilmesiyle yeniden karşımıza çıkıyor. Hem çocuklar hem kadınlar, savaşın en kolay “silinebilir” öznesi hâline geliyor. Buna rağmen Nawal’ın işkence altında bile şarkı söylemesi, pasif direnişin en saf hâli olarak film boyunca yankılanıyor. Saçları alınsa da sesi alınamayan bir kadın…
Mead’in sembolik etkileşimcilik yaklaşımı, filmde neredeyse çıplak bir gerçekliğe dönüşüyor: Benlik, toplumla kurduğumuz ilişkilerden doğar. Nawal’ın kimliği de tam olarak savaşın, kayıpların, direnç noktalarının içinde yeniden şekilleniyor. Üç farklı imza—“anneniz”, “72 numaralı mahkûm”, “72 numaralı fahişe”—tek bir kadının parçalanmış benliğinin sosyolojik bir kaydı gibi izleyicinin gözünün önünde duruyor.
Nawal’ın Müslüman sevgilisinden olan ilk çocuğunu sırf din farkı yüzünden kaybetmesi…
O çocuğu bulmak için çıktığı yolda rehin alınması…
Hristiyan olduğu için Müslüman milisler tarafından işkenceye uğraması…
Ve en acısı, yıllarca aradığı oğlunun aslında ona tecavüz eden komutan olduğunu öğrenmesi…
Savaş yalnızca bomba ve kurşun değildir; bir toplumun kadınlara uyguladığı sistematik şiddet de savaşın bir parçasıdır. Ortadoğu’da kadın bedeninin hâlâ güç gösterisinin, intikamın, “ötekileştirmenin” aracı hâline getirilmesi bunun en net örneğidir. Filmdeki şiddet salt bir araç değil; çoğu sahnede başlı başına bir amaçtır. Gücün göstergesi, hâkimiyet kurmanın yolu, insanlığın çürüme noktasıdır.
“İçimdeki Yangın”, bir ülkenin iç savaşını anlatıyor gibi görünse de aslında çok daha evrensel bir soru soruyor:
Bir toplum kendi kadınını ezen bir kültürü değiştirmeden gerçekten kazanabilir mi?