Gündelik hayatımızda fark etmeden taşıdığımız bir yük vardır: Kendi kararlarımızı ve duygularımızı başkalarına açıklama zorunluluğu hissetmek. Çoğu zaman, sanki görünmez bir mahkeme kurulmuş gibi içimizden geçenleri savunmaya başlarız. “Bu kararı neden verdin ?” “Bunu hissetmeye hakkın var mı ?” “Ya yanlış yapıyorsan ?” Bu sorular, çoğu kez dışarıdan gelmez. Kendi zihnimizde dolaşır ve bizi içten içe yorar. Onayın Gölgesinde Büyüyen İnsan Birçok insan, çocuklukta koşullu kabulü öğrenir. “Sevilmek için doğru davranmalıyım. Yanlış yaparsam yalnız kalırım.” inancı, yıllar içinde içselleşir. Yetişkinlikte ise bu kalıp devam eder: Kararlarımızı anlatmadan, duygularımızı açıklamadan rahat edemeyiz. Çünkü içten içe, başkasının onayı olmadan kendi seçimimizin eksik kalacağına inanırız. Özgürlüğün Sessiz Noktası Oysa özgürlük, çoğu zaman büyük kopuşlarda değil, küçük içsel kabullerde başlar. İnsan kendi kendine şunu diyebildiğinde: “Evet, bu benim kararım. Evet, bu benim duygum.”dış dünyanın bakışı biraz daha etkisini kaybeder. Kararlarımızı sahiplenmek, yalnızca güçlü olmakla ilgili değildir; varlığımızın merkezine yerleşmekle ilgilidir. Kendine Sormak Uzman Klinik Psikolog Aslı Kanizi, '' Başkalarına hesap vermek yerine bazen kendimize şu soruyu yöneltmek yeterlidir:“Bu karar, benim içimde nasıl yankılanıyor? Bana ait mi, yoksa başkalarının gözüyle değer kazanan bir seçim mi ?” Hayat, başkasının onayıyla değil, kendi onayımızla bütünleşir. Ve insan, en çok kendi iç sesini duyduğunda özgürleşir.''dedi.