Geleceğimiz akıp gitmesin

Eskişehir’in yıllardır dillendirilen ama bir türlü yeterince ciddiye alınmayan su sorunu, artık kapımızda bekleyen bir ihtimal değil; hayatımızın tam ortasına yerleşmiş bir gerçek. Porsuk Barajı’nın geçen yaz tarihinde ilk kez yüzde 30 bandına kadar düşmesi bunun en somut göstergesi. Bu şehirde yaşayan herkes için “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedirten bir sınır bu.

Üstelik yalnızca Porsuk değil, Keskin Barajı da aynı tabloyu gözümüzün içine sokuyor. 2023 yılında su seviyesinde yaşanan yüzde 8’lik artış, kısa süreli bir umut yaratmıştı. Ancak 2025’te yeniden havadan görüntülenen baraj, dünya genelinde etkisini artıran kuraklığın yerel ölçekte ne kadar yıkıcı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yıllar önce yol kenarlarına kadar uzanan su, bugün yerini çatlamış topraklara bırakmış durumda. Tarımsal sulama için açılan baraj, son iki yılın peş peşe kurak geçmesi nedeniyle kapalı kaldı.

Bu durum, çiftçiden tüketiciye kadar uzanan geniş bir zinciri etkiliyor. Yukarısöğütönü Mahalleleri Sulama Kooperatifi Başkanı Azmi Caz’ın sözleri de tabloyu net özetliyor: “Her açıdan susuzluk tehlikesi bekliyoruz. Hem evsel hem tarımsal açıdan susuzluk kapıda… Var olanı bitirmek değil amacımız. İklim şartlarını iyiye götürmek. Bunun için geçici olarak kuru tarıma yönelmemiz gerekiyor.”

Aslında bütün hikâye burada başlıyor. Çünkü su krizinde artık suçlu aramanın bir anlamı yok. Bu noktada herkesin yapması gerekenler var. Evde yaşayan bir birey de sorumluluk sahibi, çiftçi de, belediyeler de, sanayiciler de… Su meselesi topyekûn bir irade gerektiriyor. Ve bu irade ortaya konmadığı sürece birkaç yıl sonra konuşacağımız şey artık su kıtlığı değil, suyun olmadığı bir hayat olacak.

Genellikle şöyle düşünürüz: “Ben musluğu 2 dakika az açık bıraksam ne değişecek?” Oysa her damlanın toplamda nasıl bir fark yarattığını artık anlayarak yaşamak zorundayız. Çünkü Porsuk yüzde 30’a düştüğünde, sadece çiftçinin tarlası kuruma tehlikesi yaşamıyor; bu şehirdeki 900 bin insanın geleceği tehlikeye giriyor.

Bireysel olarak yapabileceklerimiz aslında çok net: Muslukları gereksiz yere açık bırakmamak, banyoda, mutfakta suyu bilinçli kullanmak, gereksiz bahçe sulamalarından kaçınmak, kaçakları, sızıntıları geciktirmeden tamir ettirmek, geri dönüşümü destekleyerek suyun dolaylı tüketimini azaltmak…

Kimse tek başına mucize yaratamaz ama herkes üzerine düşeni yaptığında ortaya çıkan tablo ciddi bir değişim yaratır. Çünkü büyük krizi çözen küçük bilinçlerdir.

Kuraklıkla mücadelede en kritik halkalardan biri çiftçiler. Tarımsal sulama her zaman en büyük su tüketimlerinden biri olmuştur ve kurak dönemlerde barajlar kapalı kaldığında bunun etkisi doğrudan soframıza yansır. Fiyatların artması, ürünün azalması, tarlanın ekilememesi…

Bu yüzden yıllardır konuşulan ama bir türlü yaygınlaşamayan kuru tarım, artık tercihten çok zorunluluk hâline gelmeye başladı.

Suya bağımlı ürünlerde ısrar etmek, sadece çiftçiyi değil, hepimizi zor durumda bırakıyor. Azmi Caz’ın vurguladığı gibi: “Her yokluk bir arz-talep meselesidir. Talep olunca arzı karşılayamadığınız zaman fiyatlar yükselir.”

Kuru tarım, sulamaya ihtiyaç duymayan bitkilerin tercih edilmesi anlamına geliyor. Yani toprakla su arasında daha dengeli bir ilişki kurmak. Bu dönüşüm hem ekonomik açıdan çiftçiyi korur hem de barajların yükünü hafifletir.

Keskin Barajı’ndan Porsuk Barajı’na uzanan bu tablo, aslında bize “Su artık sınırsız bir kaynak değil” mesajını veriyor. Üstelik yalnızca barajlar değil, yer altı suları da çekiliyor. Kuyu sularının her yıl biraz daha derine inmesi bunun en acı kanıtı. Eğer bu gidişatı durduramazsak, birkaç yıl sonra açılacak kuyu dahi bulamayacağız.

Hepimiz şunu kabul etmek zorundayız: Su yönetimi artık sadece belediyenin, devletin, çiftçinin ya da bireyin değil; hepimizin ortak meselesi. A’dan Z’ye herkesin suyu verimli kullanmayı ilke edinmesi gerekiyor. Çünkü bu mesele bir belediye çalışması ya da sezonluk bir kampanya değil; yaşam hakkının korunmasıdır.

Su krizine karşı hâlâ vaktimiz var ama bu vaktin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Son iki yıldır kurak geçen mevsimlerin ardından hepimiz “iyi bir kış gelir” diye gözümüzü gökyüzüne çevirdik. Evet, umut etmek güzel ama umut tek başına barajları doldurmuyor.

Bugün bireysel ve toplumsal olarak atacağımız adımlar, Eskişehir’in yarınını belirleyecek. Su tutumlu kullanıldığında berekettir; hoyratça harcandığında geleceği kurutan bir çöl olur.

O yüzden şimdi tam zamanı: Suyu bilinçli kullanalım ki yarın çocuklarımıza kurak bir şehir değil, yaşam dolu bir Eskişehir bırakabilelim.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }