Feminist Söylemini Bağırarak Değil, Zarafetle Fısıldayan Yönetmen

Sinema tarihinin en güçlü anlatıcılarından biri olan Hayao Miyazaki, yalnızca bir yönetmen değil, aynı zamanda hayal gücünü insanlığın ortak diline çeviren bir filozof gibidir.

1941 yılında Tokyo’da dünyaya gelen Miyazaki, II. Dünya Savaşı’nın gölgesinde büyüdü. Babası uçak parçaları üreten bir şirkette çalışıyordu; bu nedenle çocukluğu, savaşın mekanik uğultusu ile doğanın dingin sessizliği arasında geçti. İşte o iki uç savaşın yıkıcılığı ve doğanın iyileştirici gücü Miyazaki sinemasının kalbini oluşturan ikili temayı belirledi.

Miyazaki, 1963 yılında Toei Animation stüdyosunda animasyon dünyasına adım attı. Ancak onun gerçek evi, 1985’te ortağı Isao Takahata ile kurduğu Studio Ghibli oldu. Bu stüdyo, sadece Japonya’da değil, tüm dünyada animasyon sanatının saygınlığını yeniden tanımladı. Ghibli, “çocuk filmi” tanımının ötesine geçerek, her yaştan insanın kalbine dokunan bir duygusal derinlik sundu.

Filmleri arasında “Ruhların Kaçışı (Spirited Away)”, “Prenses Mononoke”, “Komşum Totoro” ve “Rüzgar Yükseliyor” gibi başyapıtlar bulunur. Her biri, kapitalizmin hızla makineleştirdiği bir dünyada insanın özüne ve doğayla olan bağlarına dair felsefi bir sorgulamadır. Miyazaki, hikâyelerinde iyiyle kötüyü keskin sınırlarla ayırmaz; aksine insanın karmaşık doğasını, empatiyle örülmüş bir gerçekçilikle anlatır.

Onun kahramanları genellikle güçlü, cesur ama aynı zamanda kırılgan kadınlardır. Bu, hem Japon toplumundaki kalıplara bir başkaldırı hem de insanlığın dişil yanına, yani şefkat ve sezgiye bir övgüdür. Miyazaki’nin sineması, feminist söylemi bağırarak değil, zarafetle fısıldayarak dile getirir.

Emeklilik kararını defalarca açıklayıp her seferinde geri dönmesi, aslında onun yaratıcılıkla olan bitmeyen mücadelesini gösterir. Çünkü Miyazaki, dünyayı hikâyelerle iyileştirmeye inanan bir sanatçıdır. 2023 yılında yayımlanan “The Boy and the Heron (Kimitachi wa Dō Ikiru ka)” filmi, belki de bu inancın son, ama en bilge yankısıdır.

Miyazaki’nin sineması bize şunu hatırlatır: Hayal kurmak, kaçış değildir aksine dünyaya daha derin bir bakışın kapısıdır. Onun hikâyeleri, çocukluktan yetişkinliğe giden yolda kaybettiğimiz merakı, doğaya duyduğumuz saygıyı ve insan olmanın şiirini yeniden bulmamızı sağlar.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }