Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Eylül ayı enflasyon verileri bir kez daha ekonominin toplum üzerindeki ağırlığını gözler önüne serdi. Rakamlar belki teknik olarak bir istatistik tablosundan ibaret görünebilir ama her bir kalemin karşılığı aslında sofralarımızda, cüzdanlarımızda ve en önemlisi hayatlarımızda karşılık buluyor.
Eylül ayında tüketici fiyat endeksi aylık yüzde 3,23, yıllık ise yüzde 33,29 oldu. Özellikle dikkat çeken nokta, Mayıs 2024’ten bu yana her ay düşen yıllık enflasyonun 16 ay sonra ilk kez yükselmiş olması. Yani ekonomide “düşüş trendi”nin kırıldığını görüyoruz. Ocak-Eylül arasındaki dokuz aylık enflasyon ise yüzde 25,43 olarak açıklandı. Bu da Merkez Bankası’nın yıl sonu hedefi olan yüzde 24’ün şimdiden aşıldığı anlamına geliyor. Kısacası yılın son üç ayında enflasyonu dizginlemek kolay olmayacak. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “yıl sonunu yüzde 30’un altında kapatma” hedefi de ekonomistlere göre artık iyice zor görünüyor.
Peki bu rakamların vatandaşa yansıması nasıl oluyor? Burada devreye Türk-İş’in araştırması giriyor. Çalışmanın sonuçları, toplumun büyük kesimi için çok daha çarpıcı. Eylül ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 27 bin 970 TL olarak belirlendi. Yani yalnızca sağlıklı ve dengeli beslenebilmek için gereken tutar bu. Buna kira, fatura, ulaşım, eğitim, sağlık gibi diğer zorunlu harcamaları da eklediğinizde yoksulluk sınırı tam 91 bin 109 TL’ye çıkıyor.
Asgari ücretin 22 bin 104 TL olduğunu hatırlatırsak, açlık sınırı yaklaşık 6 bin TL üzerine çıktı bile. Yoksulluk sınırı ise dört asgari ücreti geçmiş durumda. Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti 36 bin 305 TL. Bu rakam ile asgari ücret arasındaki fark ise tam 14 bin 201 TL’ye ulaşmış. Yani asgari ücretli çalışan her ay bir adım daha geriye düşüyor. Emeklinin hali de bundan çok farklı değil.
Bütün bunların bize anlattığı gerçek şu: Alım gücü hızla eriyor. Rakamlar büyüdükçe aile bütçesindeki açık da büyüyor. Maaşlar artıyor gibi görünse de mutfak enflasyonu, kira fiyatları ve temel ihtiyaçlardaki yükseliş o artışı fazlasıyla eritiyor. Bu tablo sürdürülebilir değil.
Eleştirmek kolay, ama mesele eleştiriden öte. Yapılması gereken, alım gücünü artıracak kalıcı adımların atılması. Vatandaşın gelirini enflasyon karşısında koruyacak mekanizmaların güçlendirilmesi şart. Çalışan, emeğinin karşılığını aldığını hissetmeli. Emekli, yıllarca çalışmasının karşılığında insanca yaşayabilmeli.
Bugün bir ailenin açlık sınırı, ülkenin en düşük maaşından fazlaysa; orada ciddi bir gelir adaletsizliği var demektir. Elbette enflasyonu düşürmek önemli ama bu tek başına yeterli değil. Önemli olan, halkın sofrasına giren ekmeğin, alınan maaşın ve yapılan harcamanın gerçek anlamda değer kazanmasıdır.
Alım gücünün yükseltilmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Çünkü mesele sadece ekonomi değil, doğrudan insan onuru ve yaşam kalitesi meselesidir.