Enerji… Belki de üzerinde en çok konuştuğumuz ama ne anlama geldiğini gündelik tartışmaların içinde çoğu zaman unuttuğumuz bir kavram. Oysa enerji, yalnızca elektrik faturası ya da akaryakıt fiyatı değildir. Enerji, bir ülkenin bağımsızlığıdır, kalkınmasıdır, hatta medeniyet iddiasıdır.
Türkiye’nin enerji alanında son yıllarda attığı adımlara bu gözle bakmak gerekiyor. AK Parti Eskişehir Milletvekili Fatih Dönmez’in Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerine yaptığı konuşma, bu dönüşümün fotoğrafını net biçimde ortaya koyuyor. 2000’li yılların başında enerji arz güvenliği sorunu yaşayan, büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülkeden; bugün kendi doğal gazını ve petrolünü üreten, yenilenebilir enerjide Avrupa’nın en iddialı ülkeleri arasında gösterilen bir Türkiye’ye gelmiş durumdayız.
Bu dönüşüm, bir günde olmadı. Uzun vadeli planlama, siyasi irade ve ciddi yatırımların sonucu. Hidroelektrikte 32 bin megavat, rüzgârda 14 bin megavatın üzerinde, güneşte 24 bin megavatı aşan, jeotermalde ise 1.700 megavatı geçen kurulu güçten söz ediyoruz. Bu rakamlar sadece istatistik değil. Türkiye’yi Avrupa’da jeotermalde birinci, hidroelektrikte ikinci, toplam yenilenebilir enerjide beşinci sıraya taşıyan bir tabloyu anlatıyor.
Elektrik talebinin 350 milyar kilovatsaati aştığı bir ülkede, arz güvenliğinin sorunsuz şekilde sürdürülebilmesi başlı başına önemli bir başarı. Daha da önemlisi, tüketilen elektriğin yaklaşık yüzde 46’sının yenilenebilir kaynaklardan karşılanıyor olması. Bu, hem çevresel sürdürülebilirlik hem de dışa bağımlılığın azaltılması açısından kritik bir eşik.
Ancak mesele yalnızca üretmek değil. Üretilen enerjiyi doğru zamanda, doğru şekilde kullanabilmek. İşte bu noktada depolama meselesi devreye giriyor. Fatih Dönmez’in de altını çizdiği gibi, depolama olmadan yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmak ve arz güvenliğini sağlamak mümkün değil. 5 Temmuz 2022’de yürürlüğe giren depolamalı üretim tesisi modeli, rüzgâr ve güneşten elde edilen enerjinin sisteme daha etkin şekilde dahil edilmesini amaçlıyor. Bugün binlerce megavatlık depolamalı GES ve RES projelerinin planlama ve lisans aşamasında olması, bu alanda ciddi bir yatırım sürecinin başladığını gösteriyor.
Rüzgâr ve güneş yatırımlarında yakalanan ivme, yalnızca kamu eliyle yürütülen bir süreç değil. Özel sektör için de güçlü bir yatırım iklimi oluşmuş durumda. YEKA projeleriyle yerli üretimin desteklenmesi, teknolojinin ülkede kalması ve katma değerin artırılması açısından son derece önemli. 2035 yılına kadar yenilenebilir enerji kurulu gücünün 120 bin megavata çıkarılmasının hedeflenmesi de bu vizyonun somut bir göstergesi.
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda, enerji meselesinin artık klasik bir “bakanlık faaliyeti” olmaktan çıktığını görüyoruz. Enerji, bugün doğrudan doğruya bir gelecek meselesi. Sanayiden tarıma, ulaşımdan savunmaya kadar her alanın temel girdisi. Enerjiyi üretemeyen, depolayamayan ve verimli kullanamayan ülkelerin, güçlü bir medeniyet iddiası taşıması da zor.
İşte tam bu noktada, insanlığın enerjiyle olan ilişkisine daha geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Bilim dünyasında, uygarlıkların gelişmişlik düzeyini enerji kullanım kapasitelerine göre sınıflandıran bir yaklaşım var. Buna Kardashev Ölçeği deniyor. Bu yaklaşımda, bir gezegenin sunduğu tüm enerjiyi verimli şekilde kullanabilen uygarlıklar, medeniyet yolculuğunda önemli bir eşiği geçmiş sayılıyor. Yani mesele yalnızca daha fazla enerji üretmek değil; enerjiyi akıllı, sürdürülebilir ve bütüncül biçimde yönetebilmek.
Türkiye’nin bugün yenilenebilir enerjiye yaptığı yatırımlar, bu uzun yolculuğun ilk ve en önemli adımları arasında yer alıyor. Güneşten, rüzgârdan, sudan ve yerin altındaki sıcaklıktan faydalanmak; gezegenin sunduğu imkânları doğru okumak anlamına geliyor. Bu, sadece bugünün ihtiyaçlarını karşılamak için değil, yarının dünyasında söz sahibi olabilmek için de gerekli.
Belki insanlık, gezegenimizin enerjisinin tamamını kullanabilecek teknolojik olgunluğa bugün değil ama önümüzdeki yüzyıllarda ulaşacak. Ancak o hedefe giden yol, bugünden atılan adımlarla döşeniyor. Türkiye’nin enerji alanında geldiği nokta, bu yolculukta doğru istikamette ilerlediğimizi gösteriyor.
Enerjiye yalnızca bir tüketim kalemi olarak değil, bir medeniyet göstergesi olarak bakabildiğimiz gün; hem ülke olarak hem de insanlık olarak çok daha güçlü bir geleceğin kapısını aralayacağız.