Dronların Diplomasisi: Ankara–Tokyo Hattı

Diplomasi artık yalnızca masalarda imzalanan anlaşmalardan ibaret değil. Çağın en etkili pazarlık aracı, sahada rüştünü ispatlamış teknolojiler. Türkiye’nin insansız hava araçları, sadece cephelerde değil, uluslararası ilişkilerin kulislerinde de söz sahibi. Japonya Savunma Bakanı’nın Ankara ziyareti, bunun en güncel kanıtı.

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da gerçekleşen görüşmelerde masaya konulan başlıklar arasında Baykar’ın ve TUSAŞ’ın geliştirdiği insansız hava araçları, ortak üretim ihtimalleri ve savunma sanayii işbirlikleri vardı. Bu buluşma, sıradan bir protokol temasından çok öteydi; Akdeniz’den Pasifik’e uzanacak yeni bir güvenlik hattının işaret fişeği gibiydi.

Bugün dünya güvenliği, klasik tank-top mantığının çok ötesinde şekilleniyor. Savaş alanının yeni hakimi artık dronlar. Rusya–Ukrayna cephesinde bunu gördük. Libya’dan Karabağ’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar Türk yapımı İHA’ların oyunun seyrini değiştirdiğine tanık olduk. Türkiye, bu teknolojide yalnızca üretici değil; aynı zamanda “savaşın kurallarını yeniden yazan” bir aktör haline geldi.

Peki Japonya neden Ankara’nın kapısını çalıyor? Bunun cevabı Pasifik’te gizli. Çin’in artan nüfuzu, Kuzey Kore’nin füze denemeleri ve bölgedeki güvenlik endişeleri, Tokyo’yu yeni arayışlara itti. Amerika Birleşik Devletleri Japonya’nın en güçlü müttefiki olsa da, Japon hükümeti Asya dışından da ortaklarla bağ kurmak zorunda olduğunun farkında. Türkiye ise bu noktada ilginç bir seçenek: NATO üyesi, Batı ile askeri entegrasyona sahip ama aynı zamanda Asya ile kültürel ve siyasi bağlarını sürdüren iki yönlü bir köprü.

Savunma diplomasisi burada devreye giriyor. Dronlar, radar sistemleri, elektronik harp teknolojileri sadece satış kalemleri değil, aynı zamanda güven inşa eden diplomatik araçlar. Bir ülkeye savaş uçağı satabilirsiniz, ama bir İHA’nın yazılım kodlarını paylaşmak çok daha derin bir güven ilişkisi gerektirir. Türkiye ile Japonya arasındaki görüşmeler, tam da bu stratejik güvenin inşasını hedefliyor.

Ancak işin bir de “görünmeyen tarafı” var. Bu yakınlaşma kime ne mesaj veriyor?

Çin’e: Türkiye’nin Japonya ile savunma işbirliği, Pekin tarafından kuşatma stratejisinin yeni bir halkası olarak algılanabilir.

ABD’ye: Washington, NATO müttefiki Türkiye’nin Pasifik’teki rolünü destekleyebilir; ancak kendi çıkarlarına ters düşecek bir yakınlaşma olursa, farklı tavır da alabilir.

Bölgeye: Ortadoğu’da Türkiye’nin güç dengelerine oynadığı rol biliniyor. Şimdi aynı yaklaşımın Pasifik’te de hissedilmesi, Türkiye’yi “küresel güvenlik oyuncusu” konumuna taşıyabilir.

Bütün bu tabloya bakınca, Ankara–Tokyo hattı sadece savunma sanayiiyle açıklanabilecek bir ilişki değil. Bu, aynı zamanda yeni bir jeopolitik dilin kurulmasıdır. Türkiye, Doğu ile Batı arasında olduğu gibi, Akdeniz ile Pasifik arasında da bir “denge aktörü” olma iddiasını güçlendiriyor.

Elbette riskler yok değil. Çin ile ekonomik ilişkiler derinleşirken, Tokyo ile askeri işbirliği nasıl yürütülecek? Türkiye’nin zaten gergin olan Batı ilişkilerinde, Japonya ile savunma ortaklığı nasıl karşılanacak? Ve en önemlisi, içeride bu gelişme nasıl okunacak? Savunma diplomasisi, iktidar için yalnızca ihracat başarısı değil, aynı zamanda iç politikada “güç gösterisi” anlamına da gelebilir.

Bugün gelinen nokta, dünyadaki dengelerin değiştiğini gösteriyor. Türkiye, bir zamanlar sadece tüketici olduğu savunma alanında artık üretici, hatta tedarikçi. Japonya gibi teknoloji devi bir ülkenin Türkiye’nin kapısını çalması, bu başarının en somut göstergesi. Fakat asıl mesele bundan sonrası: Türkiye bu köprüyü nasıl inşa edecek?

Her köprü, birilerini birbirine yakınlaştırır ama aynı zamanda birilerini de rahatsız eder. Türkiye ile Japonya arasındaki savunma diplomasisi de tam olarak böyle bir yol ayrımında. Bu köprü, Pasifik’ten Akdeniz’e uzanacak bir dostluğun başlangıcı mı olacak, yoksa yeni bir küresel rekabetin kıvılcımı mı? Zaman gösterecek.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }