Tarih bazen en büyük sırlarını bir ölümle açıklar. 1865 yılında İngiltere’de, emekli bir askeri doktorun cenazesi kaldırılırken beklenmedik bir gerçek ortaya çıktı: General James Barry, biyolojik olarak bir kadındı. Ömrünü İngiliz ordusunda geçirmiş, cephelerde görev yapmış, kolera salgınlarında binlerce hayat kurtarmış bir doktor… Ve hayatı boyunca bir sır gibi yaşamak zorunda kalan biri.
Barry, 19. yüzyılın başında tıp fakültesinden mezun oldu. O dönem kadınların tıp eğitimi alması değil, sınav salonuna girmesi bile yasaktı. Ama Barry, sistemin içinden geçti. Doktor oldu, orduda görev aldı, generalliğe kadar yükseldi. Sadece kariyer yapmadı; tıp tarihine de iz bıraktı. Hijyen konusunda devrim niteliğinde reformlar önerdi, askerî hastanelerde koşulları iyileştirdi. En çarpıcı katkısı ise sezaryen ameliyatlarıydı. Kayda geçen ilk başarılı sezaryen doğumda hem anne hem bebek sağ kaldı. Bu başarı, modern doğum tıbbının temellerinden biri oldu.
Ölümüyle birlikte, toplumun en büyük tabularından birini aşmak için verdiği kişisel mücadelenin boyutu ortaya çıktı. James Barry, aslında bir kadındı. Bunu neden gizledi? Çünkü kadın kimliğiyle doktor olamazdı. Cepheye gidemezdi. Hiçbir ameliyata giremezdi. Hayat kurtaramazdı. Yani hayallerini gerçekleştirmek için sistemin gölgesinde, başka bir kimlikle yaşadı.
Bu hikâye neden hâlâ konuşuluyor? Çünkü bize bir gerçeği gösteriyor: Kimlik, kâğıt üzerindeki bir yazı değil; bazen bir yaşam savaşının bedeli. James Barry, kendi yeteneğini gerçekleştirebilmek için toplumun çizdiği sınırları yıktı. Ama bunu yaparken bir ömürlük sırrın yükünü taşıdı.
Bugün biz ne kadar ilerledik? Gerçekten özgür müyüz? Etiketlerden kurtulduk mu? Yoksa hâlâ insanlar, potansiyellerini gerçekleştirmek için başka bir kimliğin arkasına saklanmak zorunda mı?
James Barry bir sır olarak yaşadı. Ama ardında, hâlâ bizi sorgulayan bir cesaret bıraktı.