Barış Günü Mü Dediniz?

Her yıl 1 Eylül geldiğinde, takvimler “Dünya Barış Günü”nü gösterir. Resmî açıklamalar, barış temennileri, sosyal medyada paylaşılan güvercinli fotoğraflar…Her şey olması gerektiği gibi görünür. Ama ne acıdır ki, bu "barış günü"nü kutladığımız aynı anda, dünyanın pek çok yerinde savaş çığlıkları yükseliyor. En çok da Gazze'de.

Gazze’de her gün barıştan uzak, insanlık onuruna aykırı sahneler yaşanıyor. Bombalanan hastaneler, hedef alınan siviller, toprağa verilen çocuklar... Sadece rakam değil, her biri bir hayat, bir hikâye, bir umut. Ve biz, ekran başında izliyoruz. Dünya sessiz, güçlüler sağır, adalet ise çoktan gözlerini kapamış gibi.

Dünya Barış Günü, 1939 yılında Nazilerin Polonya'yı işgal ettiği ve İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı tarihe ithafen ilan edildi. Yani bir utancın, bir yıkımın anısına... Ne ironiktir ki, onca yıl sonra hâlâ aynı sahneler yaşanıyor; sadece aktörler değişti. Savaşın rengi değişti, ama acısı aynı kaldı.

Barış bir günle değil, bir bilinçle mümkündür. Sadece savaşlar bittiğinde değil, adalet yerini bulduğunda anlam kazanır. Filistin’de, Suriye’de, Sudan’da, Ukrayna’da ve adını bilmediğimiz nice coğrafyada insanlar sadece yaşamak istiyor. O kadar.

O zaman sormak gerekiyor: Bu günü kutlamak için mi varız, yoksa utancımızı hatırlamak için mi?

Belki de bu 1 Eylül’de yapılacak en onurlu şey, barışı bir temenni değil, bir görev olarak görmek. Sessiz kalmamak. Görmezden gelmemek. Çünkü barış, güvercin figürlü rozetlerle değil; vicdanla, cesaretle ve adaletle inşa edilir.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }