Tam da milyonların gözü kulağı oradayken, asgari ücret önceki gün açıklandı. 2026 yılı için net asgari ücret yüzde 27 artışla 28 bin 75 TL oldu. Elbette bu rakam açıklandığı andan itibaren tartışmalar da başladı. Kimi “yetersiz” dedi, kimi “işverene yük” diye yaklaştı. Açıkçası ben asgari ücretin en az 30 bin TL olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü hayat pahalı, çünkü geçim zor, çünkü rakamlar değil mutfak konuşuyor.
Ama bu tartışmaları neredeyse ezbere biliyoruz. Her asgari ücret artışında aynı cümleler, aynı cepheler, aynı itirazlar… İşçi tarafı yetmez diyor, işveren tarafı zorlanırız diyor. Sonunda bir rakamda uzlaşılmasa da karar alınıyor ve hayat devam ediyor. Asıl mesele ise genellikle bundan sonra başlıyor.
Çünkü Türkiye’de asgari ücret sadece bir maaş artışı değildir. Aynı zamanda bazıları için zam yapmak adına bulunmaz bir bahanedir. Daha işçinin cebine kuruş girmeden, daha Şubat ayında yeni maaş hesaplara yatmadan, etiketler değişmeye başlar. Markette, pazarda, kirada, lokantada… “Asgari ücret arttı” denir ve fahiş zamlar birbiri ardına gelir. Sonuçta ne olur? Asgari ücretlinin aldığı zam, daha eline geçmeden erir gider.
Yıllardır yaşadığımız bir döngü bu. O yüzden bu kez asgari ücret tartışmasını biraz kenara bırakıp başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Ticaret Bakanlığı’nın bu konuda çok erken ve net bir açıklama yapmış olması önemli. En azından kâğıt üzerinde de olsa “Bu kez farklı olabilir mi?” sorusunu sorduruyor.
Bakanlık açıkça şunu söylüyor: “Asgari ücret artışını bahane ederek fahiş fiyat uygulamalarına yönelen işletmelere karşı gerekli tüm idari ve hukuki tedbirler kararlılıkla uygulanacaktır.” Üstelik sadece bir uyarı cümlesiyle de yetinilmiyor. Denetimlerin sahada aktif şekilde sürdüğü, Tarım ve Orman Bakanlığı ile il müdürlüklerinin koordinasyon içinde çalıştığı, İç Ticaret ve Tüketicinin Korunması birimlerinin yoğun ve sürekli denetimler yaptığı özellikle vurgulanıyor.
Bu açıklamanın bir başka önemli tarafı da şu: Asgari ücretin toplam maliyetler içindeki payının altı çiziliyor. Yani her ürünün, her hizmetin fiyatının birebir asgari ücret artışı oranında zamlanmasının “ekonomik gerçeklerle bağdaşmadığı” açıkça ifade ediliyor. Aslında bu, uzun zamandır söylenmesi gereken ama pek de yüksek sesle dile getirilmeyen bir gerçekti.
Elbette iş dünyasının maliyetleri var. Elbette bazı sektörler asgari ücret artışından daha fazla etkileniyor olabilir. Ama bunu bahane ederek fırsatçılık yapmak, tüketicinin alım gücünü hedef almak kabul edilebilir değil. Zaten Bakanlığın açıklamasında da bu noktaya özellikle dikkat çekiliyor ve yaptırımların “güncellenmiş ceza tutarları üzerinden en ağır şekilde” uygulanacağı belirtiliyor.
Burada kilit soru şu: Bu açıklama lafta mı kalacak, yoksa gerçekten sahaya mı yansıyacak? Çünkü vatandaşın hafızası güçlüdür. Daha önce de benzer açıklamalar yapıldığını, ama etiketlerin yine de hızla değiştiğini çok gördük. Denetim var denildi, ceza var denildi ama fırsatçılar çoğu zaman bir yolunu buldu.
Bu yüzden bu kez beklenti yüksek. Asgari ücretli zaten ay sonunu zor getiriyor. Kirasını, faturasını, çocuğunun masrafını hesaplıyor. Aldığı zammın hiç olmazsa birkaç ay nefes aldırmasını istiyor. Şubat’ta cebine girecek paranın Mart’ta buharlaşmamasını istiyor. Çok mu büyük bir beklenti? Bence değil.
Bir de işin vatandaş tarafı var. Bakanlık, haksız fiyat artışıyla karşılaşanların resmi kanallara başvurmasını istiyor. Bu da önemli ama yeterli değil. Çünkü denetim sadece şikâyetle olmaz. Asıl caydırıcılık, kimse şikâyet etmese bile yapılan sıkı kontrollerle sağlanır.
Özetle; asgari ücret açıklandı, tartışmalar sürecek. Kimine göre az, kimine göre fazla. Ama asıl sınav şimdi başlıyor. Fırsatçılığa gerçekten geçit verilmeyecek mi? Denetimler gerçekten etkili olacak mı? Cezalar gerçekten “en ağır şekilde” uygulanacak mı?
Umarım bu kez söylenenler kâğıt üzerinde kalmaz. Umarım asgari ücretlinin aldığı zam, en azından bir süre de olsa korunabilir. Çünkü mesele sadece bir rakam değil, mesele adalet duygusu. Ve o duygu zedelendiğinde, hiçbir artış kimseyi mutlu etmiyor.