Dünya, insan elinin dokunuşuna göre yön almaz. Dünyanın dönüşü Yunus Emre’nin isteğiyle değil elbet mutlak iradenin takdiriyledir. Mutlak iradenin yetki vermediği hiçbir insani dil kendisini dahi anlatamaz. Bu mabeyinle Yunus Emre’nin dünyada olup bitenleri belâgatle anlatışı anlayana derstir. Yaşadığı dönemden bu yana asırlar geçen Yunus Emre’nin adına UNESCO’nun bu yılı “YUNUS EMRE YILI” ilan hamlesi takdire şayan… UNESCO’nun, tarihi ve milli değerimiz Yunus Emre’yi dünyaya tanıtımı küçümsenemez. UNESCO’NUN bu teşebbüsüne dudak bükenler olabilir. Yunus Emre’nin düşünce dünyasının değer ve saygınlığı şiirleriyle can bulmuş. O nedenle Yunus’un şiirlerini abartmadan doğal hâlleriyle tahlile çalışacağımı önceki yazımda belirtmiştim. Onun şiirleri sosyal, kültürel ve folklorik boyutlarıyla dünya insanlığının barışına ışık tuttuğu belli.

 

Yunus Emre şiirleriyle bireyden topluma, toplumdan bireye müspet ve menfi insanlığın halvegidişini zamanı şartlarında dile getirmiş. Dile getirdiği değerlerle evrensel nicel ve nitel bütün zamanlara has duygulara hitap etmiş. Şiir dilinde ses tonunun ayar dozunu kaçırmamış. Üslup ve ifadeye özen göstermiş. Kırıcı, kin ve nefret uyandıran itici sözleri şiir dünyasına sokmamış. Gönül deryası ne kadar coşsa da toplumun derdini derdi, derdini toplumun derdi bilmiş.  Öfke ve karamsarlığa can suyu vermemiş. Husumete ayran kabartmadan şiirleriyle öfke söndürmenin reçetesini yazmış.

 

Yunus Emre’nin yaşam koşullarını ve şiirleriyle toplumsal barışa bakışını suiistimal veya istismar ona yapılacak kötülüktür. O tahrik, tahkir ve tacizden uzak dizeleri yapı taşları gibi kelimelerle örerken nezaket ve letafeti dilden bırakmamış.  Şu dizelerinde “Söz bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz / Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz /  Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı /  Söz ola ağılı aşı yağ ile bal ede bir söz / Ey Yunus Hakk’ı bilen söylemez asla yalan / İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil.“ olduğu gibi diğer şiirlerinde de nezaket ve letafet ilkesinden ayrılmamış.

 

O şiirlerinde kişinin kendisi, yaradanı ile toplumla olan barışçıl ilişkilerini hakkaniyet, sevgi ve hoşgörü ölçüleri doğallığında işlemiş. Gayri ahlaki riya, iftira, hile, yalan, gıybet ve haset gibi tavırların kendini bilene yakışmadığını her fırsatta vurgulamış. Aklı duygulardan ve duyguları akıldan ayırmadan şu dizelerinde olduğu gibi insani değerlerin “Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi / Dilsiz, kulaksız sözün can gerek anlayası / Dinlemeden anladık anlamadan eyledik / Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi / Biz sevdik âşık olduk sevildik ma’şuk olduk / Her dem yeni dirlikte bizden kim usanası.” üstünlüğü üzerinde durmuş. Yaşadığı mahalde, mahallin koşullarından insani değerlileri evrensel dünya ile özdeştirmenin gayretinde yaşamış. O, insanlık barışına timsal yaşamış ki, “UNESCO” bugün onu tüm insanlığa tanıtıyor.

 

2019 Yılında Ramazan Umresine gitmiştim. Orada muhtelif uluslardan kişilerle konuştuk. Dinsel, tarihi ve milli değerlerimizin diğer milletlerce tanınıp tanımadıklarını sorduğumuzda Mevlana’yı duyduklarına ve Yunus Emre’den habersiz olduklarına tanık olduk. Yunus Emre’nin uluslararası çevrelerde tanınmaması beni üzdü. UNESCO’nun bu yılı “YUNUS EMRE YILI” ilan etmesine çok sevindim. Olaylar bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına nedendir. Ama mecrasından saptırılan olaylar gerçekleri yok eder. Yunus Emre’nin gönül kazanında kaynayanı bilmeden “tanıdım” iddiası eksiktir. Ona bir derviş, bir şair veya kırsalda bir yaban gözüyle bakmak haksızlıktır. Her şeyden önce onun yüzyıllara damga vuran bilge bir barış adamı olduğu unutulmamalı.

 

İlk paragrafta geçen UNESCO’NUN teşebbüsüne dudak bükenler olabilir, demiştim. Onlara, YUNUS DİVANI’NI bir kez daha oku demek en doğru cevap olacaktır. YUNUS’U okuyup anlamayan onun kıymetini nasıl bilir? UNESCO’da okunmuş ki, bu hamleye gerek görülmüş.  

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!