İnsanın nasibi yediği, içtiği, giydiği ve barınmak için tükettiğidir. Biriktirerek bırakıp gittikleri mirasıdır. Kaderi ise yapıp yapmadıklarının karşılığı olan hak ettikleridir. Kişi, kaderinden değil yapıp yapmadıklarından sorumludur. Bu nedenle insan nasip ve kaderden öte yaradandan korkmalı. Nasiple alâkalı karamsar değil ümit var olmalı. Ümitsizlik ve korkusuzluk insanı felakete sürükler. Aklıselim olan erdemli insanlar ümit ve korkuda itidalli olurlar. Nasibine razı olmayıp başkasının hakkına saldıran toplumsal güven, barış ve huzurun bozguncusudur.

 

Kişinin yapıp yapmadıklarından maksat yapması icap edenlerle yapmaması gerekenlerdir. Kişi korkak olmayıp heba ettiği değerlerin hesabından korkmalı. Yaradan, insana: “Bir benden, bir kendinizden ve bir de benden korkmayandan korkun!” buyuruyor. Bu nedenle gün boyu pek çok kere güneşe,  akşamın başlangıcından gecenin bitimi şafak vaktine kadar yıldızlar ile aya bakmalı. Bu vaziyetin sonunda ahvali düşünmeli. Kader ve nasibe çok kafa yormalı. İnsan, nasibim deyip eline geçeni sorgulamadan kursağına dolduramaz. Çünkü “aksi” insanın başına iş açar. Abese suresinde Allah: “İnsan, yediğine bakıversin” ikazını yapıyor.  Kendisine değer kazandırmak isteyen kader ve nasibine önem vermeli. Kader ve nasibine önem veren işine değer vermeli.

 

İş, meşru zeminlerde yaptığında “kutsiyet” kazanır. Gayri meşru işlerde “kutsallık” söz konusu olamaz. Bir iş kendi hukuki çerçevesinde ifa edilirse meşru olur. Gayrisin de, gayri meşru olur. Bir işin ilke ve ideali vardır. İşin ilkesi  “adalet ve itimat” ölçülerinde yapıldığında vuku bulur. Bir iş liyakat, feraset, basiret ve dirayet karakteriyle yapıldığında idealine ulaşır. İşin ihmali ya da kötüye kullanılması halinde iş kutsallığını kaybeder. İşin kutsallığı haklar bağlamında hakkaniyet kazanır. Haklar çiğnendiğinde kutsallık zayi olur. Haklardan gaye insan hakları ile yaradanın haklarıdır. Toplum hakları da, yaradanın haklarındandır. Hakka tecavüz eden elbet bir gün bedelini öder. Necm suresinde Yüce Rab: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” hükmünü ferman buyuruyor.

 

İnsan, varlığına değer kazandırabilmek için üretken olmak zorunda…  İnsanın kader ve nasip çizgisi ürettikleri ile tükettiklerinin seyrinde cereyan eder. Şûrâ suresinin 30’uncu ayetinde mutlak irade: “Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız nedeniyledir. O, yine de çoğunu af eder.” buyuruyor.  İnsan, Allah’ın kendisiyle meleklere karşı iftihar ettiği insanlardan olabilmek için ürettiği ile tükettiğinde hassas ve hakkaniyetli olmaya mecburdur. Hiç değilse başkalarına muhtaç olmamak için üretmeli. İnsan, kendisini Allah’a bir kere daha beğendirmek için üretip tüketmeli.

 

Örneğin, bir yazar üretim insandır. Bu görevi ona yaradan vermiştir. Halkına, hakkı yazıp hakkaniyeti anlatmak görevini yüklemiş. Yazar, gördüğü ve işittiği değerleri kendi realitesinde ifrat ve tefrite sapmadan yazarak üretmekle mesuldür.  Hakkı, aklın idraki ile değerlendirip sağa sola yalpalamadan hakikatin şirazesinde yazmalı. Gördüklerini ve işittiklerini evrensel anlayışla yazmalı. Türk-İslam kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanı olarak çağdaş, demokrat, muhafazakâr, milliyetçi anlayışla milli ve manevi değerlerin ışığı ile hakikati yazmalı. Türk bayrağının özgürlüğü altında, bu vatanın ekmeği ve suyu ile sözün özü düşündüklerini Türk milleti adına üreterek yazmalı ki üretim insanı olabilsin!

 

İlkokul yıllarımdan itibaren kitap okumayı sevdim ve okudum. Yıllar yılı binlerce kitap okudum. Okurken yazdıklarım da çok oldu. Okuyup yazmakla spekülasyon cihetine gitmedim. Gitmeyi de, yeğlemedim. Nafakamı temin ettiğim bir işim vardı. Bu işimde halkıma ve devletime itimat, liyakat, feraset, metanet, basiret ve dirayetle hizmet ettim. Hem de uzun yıllar. Harici saldırılar nedeniyle görevimin zorluklarını metanet, feraset, dirayet, basiret, feraset, itimat, saygı ve sabırla aştım. Hislerimi geri plana çekip akli dengelerimi öne çıkararak işimdeki başarıyı sağladım.  İşimdeki gücüm yasal mevzuatlardı. Mevzuatın dışına taşmadım. Kısaca mevzuat, işin hukuki boyutudur.

 

İnsan görevinde liyakatli, ferasetli, basiretli, dirayetli, metanetli, adil, mutedil ve güvenilir olması gerekir.  İnsanın işindeki önemli gücü işinin unsurlarına sahip olmasıdır. Kişinin işiyle ilgili gücü mevzuata hâkimiyeti ve uygulamadaki liyakat, feraset ve dirayetidir. Kişi, ancak işinde adaletle hükümran olur. Kişi, işinin ilke ve idealinin adaletini şaşırdığında vicdanı ve zihni kirlenir. Kişinin zihni ve vicdanı kirlendikçe çelişkiler çoğalır. Kişinin işindeki çelişkiler zafiyetten kaynaklanır. Zafiyetler artıkça neyin doğru ve neyin yanlış olduğu belli olmaz.  Yanlışlar doğru, doğrular yanlış kabul edilmeye başladığında tehlike çanları çalar.

 

Bir dönem ülkemizde toplumsal zafiyetler 1980 ve öncesi vahametini doğurdu. O dönem doğrular yanlış, yanlışlar doğru olarak kabul gördü. 1980 Yılı öncesi, halk çeşitli kamplara bölündü. İdeolojik akımlar hortlatıldı. Giysi, kılık ve kıyafetler kisve yapıldı. İnsanlar uyduruk kisvelerle tanıtıldı. Sağcılık veya solculukla insanlar yaftalandı.  Kardeş, kardeşe düşman yapıldı.  Pek çok ana kuzusu “HİÇLER” uğruna kurşunlandı.  Birbirine düşmanlaştırılan insanlar intikam duygularıyla yalan yanlış ihbar, iftira ve iddialarda bulundular. Akıntıda boğulanlar boğuldu. Yangında kavrulanlar kavruldu. O kuşağın gençliğine yazık oldu. Suyu bulandıranlar, amaçlarına ulaştı mı? O bahsin hesabı, elbet mutlak hesap soran tarafından bir gün sorulacaktır.  Zilzal suresinde hükümranlar hükümranı: “…Kim zerre ağırlığında hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre miktarınca bir kötülük yaparsa cezasını çekecektir.” hükmünü veriyor.   

 

Okur- yazar takımından bazı üstatlar aklıselim gençleri aman ha, bu ideolojik akımlara kapılmayın diyerek uyardılar. Bundan ötürü o üstatlar, suyu bulandıran çıkar güruhlarının eleştiri oklarına hedef oldular.  Tarihin her döneminde toplumsal yapıyı bozmak için suyu bulandırmak ve yürekleri dağlamak için ateşi harlayanlar çok olur.  Bu güruhlara karşı daim uyanık ve aklıselim olmak gerekir.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!