“… İki halk arasına 11 yıllık bir kan ve kin duvarı bina edenler kendileridir. Bay Mihailidis unutmuşsa Akritas Planı’nı bir kez daha okusun. Bu duvarların kalkması için evvela bu duvarların niye bina edildiğini bilmekte fayda vardır. Bu duvarların Türk’ün son müdafaa hattıdır ve masum insanlarımızın kanları ile sulanmıştır”. 1979

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Kıbrıs’ta yeni bir müzakere sürecinin başlatılabilmesi için BM Genel Yazmanı’nın geçici Özel Danışmanı Bayan Lute taraflar arasında görüşme ayarlamak adına çabalarını sürdürüyor. Bay Anastasiyadis’in Crans Montana’da yaptıklarından sonra yeni müzakere sürecini ayarlamak oldukça zor olsa gerek. Bu yönlü çabalar sürdürülürken karşımızdaki unsur denizin ortasında bulunan kuyuya taşını attı. Sözde MEB’de yasadışı sondaj yaptığı savı ile Fatih sondaj gemisinin çalışanları için tutuklama kararını verdi.

Protestolar ve açıklamalar yapılırken böyle bir karara neden gerek duyulduğunun da sorgulanması gerekiyor. Kendilerini bölgenin hakimi değil korsanı gibi görenler attıkları taşla bir değil birkaç kuşu vurmayı hesaplıyorlar. Öncelikle ortaklık sözleşmesi yaptıkları ülkelere karşı bir güç gösterisinde bulunuyorlar. Sonrasında da mahallede arkadaşları ile dalaştıktan sonra kaçamayan çocuk gibi, “Ne olur beni Türkiye’ye karşı koruyun” mesajını veriyorlar. Buna koşut zaman kazanmaya da çalışıyorlar.

Müzakere sürecine dönüş çabalarına karşın Bay Nikos Hristodulidis, Rum Devlet televizyonunda konuşurken, “herhangi bir beklenti olabilmesi için Türkiye’nin yasadışı faaliyetlerini sonlandırması gerektiğinin herkes tarafından anlaşıldığını” savlıyor. 

Amerikalı Bay Trump eline aldığı kepçesi ile dünyayı karıştırmaya devam ederken bölge ülkelerinden sorunlu affedersiniz sorumlu Müsteşar Yardımcısı Bay Palmer, “Kıbrıs’ta müzakerelerin başlayıp başlamayacağına ya da ne zaman başlayacağı konusunda bir öngörüde bulunmak istemiyorum” diye konuştuktan sonra beylik söylemlerini yineliyor. Ülkesinin iki bölgeli iki toplumlu federal bir çözüme desteğinin sürdüğünü belirtiyor.

Bugüne değin çözümün önündeki belkide en büyük engel olarak tanımlanması gereken bu söylemden vazgeçilmesini gerekli görüyoruz. Bu söylemin geçmişi o kadar çok eskidi ki yeni uygulanabilir bir model üzerinde çalışma yapılmasına vurgu yapmak istiyoruz. Doğrusunu ben biliyorum benden başkası bilemez demekle uyuşmazlıklar çözülmüyor. Hele bölge ülkeleri ile anlaşmalar imzalayıp uyuşmazlığın çözüleceğini düşünmek gündüzleri düş görmeye koşuttur. Bu yönlü çıkışlarla zaman kazandıklarını da kabul etmek durumundayız.

Zaman kazanmaya çalışırlarken yaptıklarının uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları olduğunu söylüyorlar. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olan Türkiye Cumhuriyeti’nin de aynı haklara sahip olduğunu sıklıkla yineliyoruz. Türkiye’nin bu hakkını zaman yitirmeden kullanması gerekiyor. Çünkü Akdeniz’de en uzun sınıra sahiptir. Buna koşut kendi Münhasır Ekonomik Bölgesini de ilan etmelidir. Karşı taraf benzer bir çalışmayı yaparken uluslararası deniz yetki alanlarının kendilerine ait olduğunu söylüyor.

Geldiğimiz noktada Kıbrıs Türk’lerinin de sürece katkı vermesini zorunlu kılıyor. Sıklıkla yinelememize karşın Ulusal Konsey’e işlerlik kazandırılmamasının büyük bir eksiklik olduğunu anımsatmak istiyoruz. Kurulacak olan konseyin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması içinde çalışmalar yapmasını gerekli görüyoruz. Konuya ilişkin olarak gerek Ada’da gerekse Ada dışında yetişmiş konusunun uzmanı kişilerinde bu sürece katkı vermeleri için çalışmalara başlamalıdırlar.

Elimiz böğrümüzde bekleyerek zaman yitirmenin anlamsız olduğunun bilinmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…