Yazılı kayıt ve sözel rivayete dayanılarak Küllüoğlu’nun mazisi irdelendiğinde; günümüzde sekizinci kuşağın hayat sürdüğü görülüyor. Yedi kuşak evvel yeni adıyla Karaören Mahallesi olarak adlandırılan ve öncesinde Karaören köyü adıyla bilinen bu köyün miladi 1780’li yıllarda, üç aile tarafından kurulduğu dilden dile aktarıla geldiği biliniyor. Bu üç aileden biri olan Küllüoğlu lakabıyla bilinen ailenin reisi Yunus Ağa’dır. Küllüoğlu, Yunus Ağa’ya verilen bir nevi unvandır.

Cumhuriyet dönemi Soyadı Kanunu çıkarılmadan önce kişi ve ailelerin tanınır ve bilinir adları baba adıyla anılırdı. Osmanlı dönemini canlandıran filmlerde bile ailelerin Seferoğulları, Tellioğulları, Katipoğulları, Hatipoğulları gibi vb. adlarla adlandırıldığına şahit oluyoruz. Yazılı kayıtlarda ve süre gelen tanıtım adlarında da benzeri isimleri işitiyoruz.

Karaören yerleşkesinin yer haritasını belirtip konumuza dönelim. Karaören’in coğrafi hudutları güneyde Kümbet ve Gökbahçe köy sınırlarıyla başlar. Doğuda Bardakçı ve Karaağaç köy sınırlarına kadar devam eder. Kuzeyde Numanoluk köyü hudutlarıyla sınırlanan kuzey batıda Kırka,  Batıda Alanlı’ya kadar uzanan geniş yelpazeli bir araziye sahipti. Daha sonra çevreye gelen göçler nedeniyle Büyükyayla, Fethiye, Şükranlı, Çukurca ve Yarbasan köylerinin yerleşmesiyle Karaören’in mera sahasının daraldığı görülüyor.

Dikkati çeken en önemli noktalardan birinin de Küllüoğlu neslinin, devletin aldığı kararlara daim saygılı oluşudur. Bugün de öyledir. Gelecekte de böyle olacaktır. Küllüoğlu nesli devletin, milletin, vatanın, bayrağın, ezanın, Kur’an’ın mukaddesatını bilir.

Karaören ilçe olarak Seyitgazi’ye ve il olarak Eskişehir’e bağlıdır. Siyasal konum olarak Eskişehir vilayet olmadan kâh Şehzade Sancağı kâh Anadolu’nun Eyalet Merkezi olan Kütahya’ya bağlı idi. Cumhuriyet döneminde Kütahya gibi 1926 yılında Eskişehir’de il olunca Kararören Eskişehir’in siyasal kimliğine geçmiştir.

Ne yazık ki, Türk toplumunun genel zafiyeti Küllüoğlu için de geçerlidir. Yazılı belgeye ve arşiv sistemine toplumun diğer katmanlarında olduğu gibi onlar da özen göstermemişler.

Bilindi bilineli Külloğlu’dur dedelerimizin namı / Duyulmuş yedi düvelde Küllüoğlu’nun şanı

Yatmak değil çalışmaktır ömürlerinin her anı / Çalışkandır tembel olmaz onların hâlıı

            Sağlam almış Küllüoğlu’ndan doğru terbiye / Kin ve öç değil gönül açar sevgi ile saygıya

            Yazılı kayıtları önemsemek lazım! Bugün olduğu gibi tarihi kayıtları başkalarından mı öğrenmek gerekiyor. Başkalarının tuttuğu kayıtlar ne denli doğru olabilir. Her millet, kendi tarihini yazar. Her sülale kendi geçmişini kayıt altına alır. Her kişi kendi günlüğünü yazar.

 İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımda tutuğum günlüklerimden dolayı çevremden çok eleştiri alırdım. Nedenini insanların okuyup yazmayı sevmediklerine bağlıyorum. Ne hikmetse, bizim toplumda kalem ile defterin işlevine karşı bir antipati var. Okuryazar çok ama okuyup yazan pek az. Son çeyrek asır öncesine baktığımızda baba ya da ana doğan çocuğunun doğum tarihinden bi haber olacak kadar duyarsız kalınmıştır. Annenize sorduğunuzda:

-Anne, ben ne zaman doğdum? Sorunuza aldığınız cevap:

-Falancanın öldüğü yıl sen doğmuştun! Vb. türden olurdu. Babanıza sorduğunuzda:

-Sen, koca karın yağdığı sene dünyaya gelmiştin! Gibi, benzeri cevaplar alınırdı.  

Gelecek nesilleriniz sizin varlığınızla onur duyacak eser bulamadıklarında suçlu kim olur? Eseri olmayanın tarihi olur mu? Aksi günlük yaşam olur.

Yıllar önce Paplo Neruda’nın bir romanında okumuştum. Paplo Neruda, kendisi aslen Şilili bir siyaset ve edebiyat adamıdır. Fransa’da, günün birinde iki kız kardeşin yaşadığı bir eve misafir olur.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın! Devam edecek!