İnsan yaşamının en güzel, en mulu, en özel anlarından biridir, evlenme. Hatta insan
yaşamında yeni bir dönemin başlangıçıdır. Bütün canlılar gibi eş bulma, beraber yuva kurma,
beraber yaşamadır. Evlenme memurunun dediği gibi “İyi günde, kötü günde” sevginin ısıttığı
yuvada çocuklar olsun, ister. Evlenmeden önce uzun zaman hep bu mutlu yaşam düşlenir. Bu
bütün kadınlar içinde, erkekler için de değişmez.
Sonra ufak ufak anlaşmazlıklar, ortak duyguları beraber yaratmadan uzaklaştırır.
Anlaşmazlıklara çare arama yerine gürültü, tartışma bir gün bardağı taşıran damla olur ve bir
öfke bitirir. Sonuç başanmadır.
Boşanınca her şey biter mi? Tabi ki bitmez… Acılar, çocuklar, pişmanlıklar ya da
bitmeyen öfke ve intikam duyguları…
İnsan yaşamı öyle acılarla, sevinçlerle, mutlu anlarla doludur ki; her insanın “Hayatım
roman” dediği gibidir. “Elini sıcak sudan soğuk suya sokmadı” ya da “Bir eli yağda bir eli
balda” denilen insanlar da bile mutlulukları kadar acıları da vardır. “Birbirlerine kumrular
gibi aşıklar” denilen insanlar bile bir anda boşanma kararları verirler…
Yazarlar yaşamı yazarlar. İnsanı insana anlatırlar. İnsanın hallerini anlattıkları gibi
mutlulukları da, gösterirler, mutsuzlukları da. Eskişehirli yazarlardan Gürler Koçak, direk
kitabının kapağından “Boşanma Öyküleri” adını koyduğu, yaşamın bir gerçeği boşanmaları
konu aldığı öyküler yazmış ve kitaplaştırmış.
Dorlion yayınlarında çıkan kitabında, her biri onbeş yirmi sayfalık dört öykü var. Her biri
insanın yaşadığı acılarla örülü. Gürler Koçak, okutan, sonuçunu merak ettiren, sürükleyici
anlatımı, öykü kurgusu ve iyi bir dil bilgisi ile yürekleri burkan öyküler anlatmış. Öykülerini
gerçek yaşamdan almış. Çünkü Gürler Koçak bir boşanma avukatı. Bu kitabından önce de
“Bir Boşanma Avukatının Anıları” diye yayınlanmış kitabı var. Bu öykülerde de izlediği,
müvekkili olduğu konular. Kimi öyküleri meslektaşlarından duydukları. Hele bir öyküsü var
ki “Yüz karası”
Kocası hapiste, kayını tarafından tecavüze uğramış, dayaklar yemiş, kaçtığı için babasının da
kabul etmeyip ortalıkta kalmış çareyi hapise girmede bulmuş. Çalmadan kendisini hırsız
yapıp hapise giren bir kadının dramı…
Gürler Koçak 1972 Ayfon Emirdağ doğumlu. Çocukluğu ve gençliği, öğrenimi
Eskişehir’de geçmiş. 1990 yılında Ankara Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesini bitirmiş,
Eskişehir’de yaşıyor. Kitabındaki öyküler için kitabının belgesel olmadığını, büyük bir
bölümünü hayal gücü ile kurguladığını anlatıyor.Bir hukukçu olarak boşanmanın kanayan
birer yara olduğunun da altını çiziyor.
Eskişehir, eski Eskişehir değil
Eskişehir denilince; bir Doktorlar caddesi, bir Hamamyolu, bir de bugün Porsuk Bulvarı
denilen Yalaman adası vardı.Hep yürürdük. Bir iki oturacak yer vardı tabi. Aşağı
mahallelerde oturanlar Kurşunlu caminin adını bile duymamışlardı. Bir Odunpazarlı olarak
yirmibeş yaşıma kadar Sakarya caddesinde, geçitten öteye hiç geçmemiştim. Tiyatro yoktu.
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Kurşunlu cami külliyesinde, şimdi Odunpazarı Belediyesi’nin

Sıcak Cam Atölyesi olan yerdi. Eskişehir’in bu galeriden haberi yoktu. Bilenlerde o bayırı
göze almıyordu. Zaten yılda açılan sergi sayısı da üçü beşi geçmiyordu. Gidilecek bir tek yer
vardı Kılıçoğlu Sineması. Eskişehirspor’a başkanlık da yapan eski Emniyet Müdürü
“Eskişehirlinin gideceği bir yer yok” diyerek Ankara’daki Gençlik Parkı gibi yer önermişti.
Bir Eskişehirli olarak beni üzen iki şeyi hala unutamıyorum. Eskiden telefonla telefon
kulübesinden konuşuyorduk. Orada Eskişehir’de okuyan bir öğrenci “bir tiyatrosu bile
olmayan şehir burası” dediğini duydum. Diğerinde ise; Eskişehir’e Yunus Emre etkinlikleri
için yugoslavya’dan getirlmiş bir konuşmacı konuk profesör kayboldu. Akşama doğru bir
genç getirmişti. Adam Eskişehir’de tiyatro ararken kaybolmuş. Olmuyan tiyatromuzun
binasını, hangi oyunların oynandığı afişlerini merak etmiş. Bunları anlattığında , onu
dinlerken bir Eskişehirli olarak çok üzülmüştüm. Yunus Emre’yi anan bir şehirde tiyatro
yoktu.
Odunpazarı Modern Müze (OMM) İngiltere’de büyük ödül almış. Gerçekten bir
Eskişehirli olarak yüreğim büyüdü heyecanlandım. Bu artık Eskişehir’de her şeyin
değiştiğinin bir göstergeci…
Corona salgını nedeni ile pek çok yer kapalı. Şehrimizin Senfoni Orkestrası sazova
parkındaki açık hava anfi sahnede konserini verdi. Tiyatro sezonu 1 Ekimde perdelerini açar.
6 sanhede oyunlarını sahneleyen Şehir Tiyatrolarımız Mustafa Kılıkçı’nın yazdığı “Tahta
Pencere” ve G. Edward ve A.Sandberg’in yazdığı “Başvuru Beklemede” oyunlarıyla
perdelerini açıyor.
Bir zamanların gelişmiş kasabası gibi taşra şehri olan Eskişehir’de bugün Ankara’daki
Gençlik Parkından daha büyük iki parkı var. Eskişehir’in dik bayırlı , kimselerin ilgilenmediği
Odunpazarı her gün, her saat gezenlerle dolu. Odunpazarı’nda Çağdaş Cam Sanatları Müzesi,
Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykel Müzesi, Karikatür Müzesi, Cumhuriyet Müzesi,
Lületaşı Müzesi, ETO Ticaret ve Sanayi Müzesi, Osman Tanaçan Fotoğraf Müzesi, Kurtuluş
Müzesi diye müzeleriyle Eskişehir müzeleriyle gezilecek görülecek yer her gün müzelerin
önünde kuyruklar var.
Eskişehir artık eski Eskişehir değil. Eskişehir’de her beş kişiden biri tiyatro seyircisi.
Müzeleri gezmemiş Eskişehirli yok gibi.Eskişehir’in en büyük kitap satıcısı “Benim
müsterilerim Eskişehirlinin kendisi. Öğrenci kitap almıyor” diyor…