Günümüzde iyice yaygınlaştı; bazıları, söylenen sözü söylenen maksada göre değil kendi arzusuna göre anlıyor ve anlatıyor… Hâl böyle olunca, söylenen sözler şirazesinden çıkıyor. Dalgalar halinde etrafa fitne olarak yayılıyor. Aman ha! Mürai ve müzevirlere dikkat!

Söylenmedik sözler, dedikodu malzemesi yapılıveriyor. Bu dedikodular çevreye öyle bir yayılıyor ki; yalan ya da iftira olarak havada uçuşuyorlar. Dedi kodu ürünü olan yalan ya da iftiralar; gün oluyor ortalıklarda birer bomba gibi patlıyor. Şarapnel parçası tesiriyle masumların ciğerlerine saplanıyor. Bazen de, ateş kütlesi olarak düştüğünde günahsızların yüreğini yakıyor.

Dedikodu ürünü yalan ve iftiralar, pek çok yuvaların yıkılmasına sebep oluyor. Bu illetli sözler nedeniyle nice ocaklar sönüyor. Masum yavrular yetim kalıyor veya öksüz… Vebali olmayanların bazıları canlarından oluyor. Yalan ve iftira ateşinde kızıp öfkeye kapılanlardan bir kısmı hayatını hapishanelerde geçiyor. Son pişmanlık fayda vermez! Önemli olan işin esasına uygun hareket etmek!

Birileri laf taşımayı marifet sayıyor. Doğrusu, herkes kendisine yakışanı yapar. Fasık münafıklığından geri kalır mı?

Velhasıl dedikodu denilen kötü haslet, toplumu kasıp kavurur. Dedikodu, kötü emelli insanların hüneridir. Huccurat suresinde insanlar “Ey iman edenler! Size, fasık biri bir haber getirirse, bilmeyerek zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için gelen haberin doğruluğunu araştırın!” şeklinde uyarılıyor.

Aklıma hayal ürünü değil gerçek bir hayat hikâyesi geldi. Anlatayım da okuyun. 1950’li yıllarda bizim köyün komşu köylerinden birinde Ahmet Y… İsimli şahsın başına istenmedik bir olay gelir. Olayın yaşanmasına sebep yalan ve iftiradır. Asılsız, art niyetli bir haberdir. Şu gerçek hikâyeyi merhum Ahmet Y….’ın kendisinden dinledim:

-Askerden henüz gelmiştim. Genç bir köy delikanlısı idim… Günün birinde, köyümüzden bir adam, bana dedi:

-Ahmet! Evlâdım, sen falancanın kızı Ayşe’yi istiyor muşsun? Sana yardımcı olmak isterim. Ama o kızı, falancaların Ali ihsan da  istiyormuş. Hatta o, benim istediğim kıza kimse yan bakamaz. O kızı kimseye yâr etmem, diyormuş.

Sen erkek değil misin? Kendine niye meydan okutuyorsun. Senin yerine ben olsam o köpeği bir köşede gebertirim.

Ahmet, bir deli kanlı istediği kızı başkasına kaptırır mı? Kolla fırsatını, ıssız bir yerde vur bıçağı gitsin. Korkma, biz arkandayız! Hadi göreyim seni, diyerek beni gaza getirdi. Fitilimi ateşledi. Nereden bileyim? Maksadını anlayamadım.

O gün, köyde düğün vardı. O gece, ay ışığı idi. Düğün dağılımına denk getirmek için elimde bir pala ile pusu kurdum. Evlerine giden yolda gizlendim. Yanımdan geçişinde palayı böğrüne vurdum.

Ay ışığında birbirimizin yüzünü görüyorduk. Ortalık vıcır vıcır çamurdu. Tisenti hâlinde yağmur yağıyordu. Yere yıkılırken Ali ihsan “Yaktın beni, Ahmet!” diye bağırdı. Onun feryadına karşılık ben de, geber köpek deyince, o da:

-Suçum neydi? Benimle ne alıp veremediğin vardı? Dediğinde, dedim:

-Sen, kim oluyorsun da benim istediğim kızı elimden almaya kalkışıyorsun? Dediğimde, dedi:

-Bir hiç uğruna beni de yaktın, kendini de… Ne kızından bahsediyorsun? Bilmen lazım, ben bir başka kıza vurgunum, dedi. Ruhunu teslim etti.

 Eyvah, dedim ama iş işten geçmişti. Bir müzevirin sözüne baktım. Kendimi de, bir başka günahsızı da yaktım. Gençliğimi yıllarca hapishane köşelerinde çürüttüm. Meğer o müzevir adam, Ayşe’yi kendi oğluna alacakmış. Nitekim ben hapiste iken Ayşe’yi oğluna almış. Adamın meramı beni ortalıktan toz etmekmiş.

Yaşlı bir annem vardı. Esas çileyi o zavallı kadın çekti. Hapishanede, yıllarca bana baktı. Ben hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra hakkın rahmetine kavuştu. O, öldü hak evine vardı. Allah’a olan can borcunu teslim etti. Toprağa döndü. Bedenin asıl yapısı olan toprağa, bedeniyle toprak borcunu ödedi. Her şeyin iyisini ve en doğrusunu Allah bilir.

Kendime sıkça sorduğum şu soru aklımı karmakarışık ediyor. O hesap günü, huzuru ilahide: “Allah’ım! Genç yaşımda beni öldüren işte bu Ahmet!” derse, ne cevap veririm.

Ben, el sözüne baktım. Geleceğimi karartım. Gençliğimi berbat ettim. Yazık oldu. Söyleyeceğim sözün özü şudur:

-Gelen haberin aslına dikkat!

Bakınız, Furkan suresinde “Rahman’ın akıl sahibi kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller, onlara laf attıklarında, onlar “selâm” deyip geçerler.” buyuruyor. Bu iki ayet mealini yerli yerinde anlamak lazım! Bu iki ikazı, herkes kendisine düstur bilsin! Fasıkların sözüne kanmasın! Fasıkın sözüne aldananın sonu hüsrandır.

O gündür, bugündür şu sözü “Münafık söz verir sözünde durmaz. Söz söylediğinde yalan söyler. Bir şey kendisine emanet edildiğinde o emanete ihanet eder.”  hiç unutmam. Bu sözün ne manaya geldiğini herkes kendi aklınca yorumlasın!

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!