Nazife Gelin, birkaç yıl sonra ikici oğlu Emral’ı dünyaya getirince çok sevinirler. Günler günleri, aylar ayları ve yıllar yılları kovalarken günün birinde Nazife Gelin iki kızıyla birlikte oğlu Emral’ı alıp akarsu kenarına çamaşır yıkamaya gider.

O dönemlerde, bazı köylerde köyün yakınındaki akarsularda çamaşır yıkarlarmış. Nazife Gelin’in çamaşır yıkadığı yere yakın bir yerde ailenin bir de ağılı vardır. Küçük Emral’ın üzerindeki ıslak giysileri değiştirmeden onu o hâlde ağılda uykuya yatırırlar. Emral için yedek giysi götürmediklerinden onu o vaziyette yatırırlar. Islak elbise ile yatırılan Emral, bir süre sonra ateşler içerisinde uykudan kalkar.

 Nazife Gelin, kızları yetişkin çağa gelince onları yanından ayırmaz. Selvi gibi uzun boylu olan büyük kız Sevim on beş ya da on altısına ayak basmış. Küçük kızı Şükriye ise on dördüne girmiştir.

Nazife Gelin ve kızları, kendileri akarsuda çamaşır yıkarken Küçük Emral’da oynasın diye akarsuyun kenarına salmışlar. O zamanlar, Emral bir buçuk yaşında var ya da yoktur. Akarsu kenarında çamaşır yıkamaya başladıktan bir süre sonra sessizlik olmuş. İlk bakışlarında Emral’ı yakınlarında görememişler. İleriye baktıklarında, Emral’ı akarsuyun sürükleyip götürdüğünü görmüşler. Akarsuyun, Emral’ı alıp götürdüğünü elbisesinden bilmişler. Onu, koşup yakalamışlar. Yakalamışlar ama o şifayı çoktan kapmış. Nazife Gelin oğlu Emral ile bir ay hastanede kalmış. Emral, Millet Hastanesinde tedavi görmüş. Nereden çıktı bu Millet Hastanesi de demeyin! O zamanlar, Devlet Hastanelerine Millet Hastaneleri denilirdi. Millet Hastanelerini belediyeler işletirdi.

            Küçük Emral, on gün koma durumunda hastanede yatmış. On birinci gün annesinden çekirdeksiz sarı üzüm istemiş. Nazife Gelin, çocuğunun bu isteğinden dolayı “Dünyalar benim oldu” derdi. Nazife Gelin, oğlum konuştu diyerek öyle bir çığlık atmış ki; onun sevinç çığlığından hastane ayağa kalkmış. Böyle bir çığlığın Nazife Gelin’den sadır olması normaldir. O çığlığı, Nazife Gelin için çok görmemek lazım! Nazife Gelin, çiçeği burnunda bir gelin iken genç yaşta kocasını kaybetmiş. İki küçük yavrusu yetim kalmış. Bir başkasıyla yeniden evlenmiş. Hem de ilk kocasının küçük kardeşiyle evlenip yeni bir hayat kurmuş. Dünyası yıkılan bir kadının bir başkasıyla yeniden hayat kurması kolay mı?

Nazife Gelin’in ikinci evliliğinden olma iki aylık oğlu ölmüş. Küçük Emral’ını kapıp götüren sel sularının kucağından canı pahasına onu geri almış. Bir annenin gözleri önünde sel sularına kapılan yavrusunu suların alıp götürdüğü andaki annelik hâlini düşünebiliyor musunuz? Hangi anne, böyle bir hâlin kendi yavrusunun başına gelmesini ister?

            Nazife Gelin derdi:

            -Oğlum Emral’ın, hastanede günlerce sessiz sedasız yatışı beni çok üzdü. Şehirde bir sakat hoca vardı. Emral hastalanınca, okutmak için önce ona götürdük. Kapıdan girince Hoca, çocuğa baktı ve dedi:

            -Bu çocuk zatürre olmuş! Çocuğu akarsuya düşürürsünüz sonra ıslak elbiseyle yatırırsınız. Elbette olur hasta… Hastalanınca da bana getirirsiniz. Bu çocuğun hocalık işi yok! Doğru doktora götürün!

            Sakat Hoca’nın uyarısı üzerine Emral’ı doktora götürmüşler. Doktorun tedavisi ve Allah’ın şifası ile oğlu Emral sağlığına kavuşmuş. O günlerde, Nazife Gelin’in kocası Muzu’nun küçük kardeşi Muhit’in başına bir iş gelir. Muzu’nun esas adı muzaffer’dir. Muhit’in asıl adı da Muhittin’dir. Devenin üzerinde adamı kuduz dalar mı, dalar. Kocasının küçük kardeşlerinden Muhit, yirmi yedi yaşında cinayet olayına karışır. Muhit, 1956 yılı Kasım’ında hapse düşer. Cinayet nedeni, çocuk ve köpektir. On altı yaşlarındaki komşu çocuğu Hasan, Muhit’in davar köpeklerini kendi davran köpeklerine boğdurmak ister. Muhit’in köpekleri güçlü oldukları için Hasan’ın köpeklerini kırsalda boğarlar. Köpeklerinin boğulduğuna dayanamayan Hasan, Muhit’in köpeklerini arkadaşı Hüseyin ile döverler. Durumu gören Muhit, Hasan ile Hüseyin’in davranışlarının yanlış olduğunu söyler. Köpeklerin birbiriyle boğuşmalarının olağan olduğunu söyler. Hasan, köpeklerinin boğulmasından ötürü öfkelidir. Hasan, o ara Muhit’e ağıza alınmayacak “Ana- avrat…” şeklinde bir de galiz küfür savurur. Hakaret içerikli küfürleri kaldıramayan Muhit, Hasan’a bir tokat atar. Devam edecek!

            Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!