Kedilerin kavgasının birinci bölümünü siz okurlarım için 12 Mayıs 2017 günü gazetemizin Yunusça köşesinde yazmıştım.

Kedilerin bu vurdumduymazlığına anlam vermek için suratlarına baktım. Suratlarına baktığımda, suratlarında pençe ile açılmış taze yaralar gördüm. Burunlarından solduklarını gördüm. Sanki burun delikleri nefes alıp vermeye yetiştiremiyordu. Birbirlerine kuyruk sallamaları da kafamda başka sorular uyandırdı. Birbirlerine aba altından sopa gösterir gibi karşılıklı dişlerini göstererek sırtarmaları çok öfkeli olduklarının göstergesi olmalı idi. Birbirlerine sırtarmalarından onların kavgalı olduklarını anladım.

Kedilerin kavga etmelerini istemedim. Kavgada tarafların her ikisi de zarar görebilir. Kavga, telafisi mümkün olmayan zararlar açabilir.  Kavga, öfkenin ürünüdür. Şeytanın tuzağıdır.

Bir kedi diğer bir kedi ile niçin kavga eder? Kediler arasında kavga ya yiyecek, ya içecek, ya eş ya da mıntıkadan dolayı çıkabilir. Kedilerin birbiriyle kavga etmesine bir başka neden olamaz. Onlara zarar vermeden ikisini de farklı yönlerde uzaklaştırmak istedim. Kediler, kartopundan ürküp kaçarlar diye düşündüm. Ürküp kaçsınlar diye aralarına fazla sıkmadan bir kartopu attım. İstemeyerek de olsa o kartopu onlara tam bir aksi tesir oldu. Kızgın ateşin üzerine benzin döker gibi bir şey oldu. O an, ikisi de aniden birer metre kadar havaya zıpladılar. İki kedi, havada birden kucaklaşarak yere düştüler.

Beyaz kedi, siyah kediye göre biraz daha küçüktü. Küçük olmasına rağmen yere düştüklerinde üsteki kedi beyaz kedi idi. Beyaz kedi havada iken siyah kedinin gırtlağından yapıştı. İkisi de bir birlerinin karınlarına ayaklarıyla tekme ve pençe atmaya çalışıyorlardı. O zaman onların kavgalı olduklarını iyice anladım. Kavga etmelerini istemediğimden yumuşak sıkılmış kartoplarıyla kendilerini sakındırarak ayırmak istedim. Ne yaptımsa, kavgacı kedilerin kavgasına mani olamadım. Aracı olup onları ayırmaya çalıştım. Kavga sırasında küçük kedinin büyük kediyi öldürmesinden korktum. Ne yapıp ne edip onları zararsız bir şekilde kavga ortamından uzaklaştırmayı düşündüm. Bir futbol topu büyüklüğünde bir kartopunu fazla sıkmadan ağız ve burunlarına doğru attım. O an, birbirini bırakıp ayrıldılar. Ayrıldıklarında hemen aralarına girdim ve o iki kediye dedim:

-Niye kavga ediyorsunuz? Haydi, kaybolun buradan! Birbirinizle bir daha kavga etmeyin! Kedileri ayrı istikamette birbirinden uzaklaştırmak istedim. Kediler, tekrar kavgaya tutuşmasınlar diye peşlerinden onları izledim. Kediler birbirinden on veya on beş metre kadar uzaklaştıktan sonra beyaz kedi koşarak rakibine yöneldi. Rakibine yaklaşınca fırladığı gibi tekrar havaya sıçradı. Bir metre kadar yükseldikten sonra bir gülle gibi kara kedinin üzerine indi. İndiği gibi tekrar kavgaya tutuştular. Yine beyaz kedi, kara kedinin gırtlağından tuttu. Kedilerin kavgasından rahatsızlık duydum. O kediler, ne için kavga ederler?  Kavga edenlerin hayvan da olsa birer can taşıdıklarını unutmamak gerekir. Bir ara elimle yakalayıp ayırmak istedim. Elimde eldiven olmayınca bu fikrimden vaz geçtim. Onları yaralamadan kavgalarından ayıracak etrafta bir cisim bulamayınca yine kartopuyla müdahil oldum. Kartoplarıyla onları kavgadan ayırdım. Bu kez aralarına girdim, ortaya dikilip her iki kediye dedim:

-Kendinize gelin! Siz, ne yapıyorsunuz? Neyi bölüşemiyorsunuz? Hiç ummayın! İnsanlar yeryüzünün tapusunu size vermezler. İnsanlar sizi severler! Severler de,  kendilerini sizden daha çok severler. Öyle insanlar var ki,  çıkarları söz konusu olunca anne ve babalarını tanımazlar. Öyleleri de vardır ki, kendi evlatlarına acımazlar. Kendi can ve kanlarından olma küçücük yavrularını cami avlusuna terk ederler. Bazı insanlar var ki, Yunus Emre’nin şiir diliyle dediği hâl vaki olunca “Tutmaz olur tutan eller çürür şol söyleyen diler / Sevip kazandığın mallar varislere kalır bir gün” anne ve babaları bakıma muhtaç olunca onları götürüp kimsesizler yurduna bırakıverirler. Ata ve evlâdına vefası olmayana dikkat edin! Devam edecek!

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!