Yarbasan, bir zamanlar kırk kırk beş haneli bir köydü. Muhtar Yüksel Yıldız, çoktan kalkmış olmalı diye, düşündük. Düşündüğümüz gibi olmuş. Arabanın far ışığını fark etmiş olmalı. Eve yaklaştığımızda, hemen dışarı çıktı. Bizi karşıladı. Saat sabahın tam 07.00’ siydi. Muhtar Yüksel Yıldız, eşi Şadiye hanım ve kızı Funda ile birlikte ailece ayaktaydılar. Funda kız, evli bir başka yerde ikamet ediyormuş. Annesiyle babasını ziyarete gelmiş. Aynı zamanda, seçimde görev verilmiş. Şadiye hanımda, seçimde görevliydi. Şadiye bacı kelimenin tam anlamıyla bir Osmanlı kadını… Derler ya: “Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır.” Bu, sözün doğruluğu bu ailede de kendini gösteriyor. Karşılamanın hemen akabinde kahvaltıya buyurun ettiler. Kahvaltı masası sultan sofrası gibi donatılmıştı. Bir kuş sütü eksikti desem yalan olmaz. Benim gibi arkadaşım Selahattin Hoca’da kahvaltısını evinde yapmış. Nezaketen ikramdan birer ikişer aldık. Yarbasan suyu ile demli çaydan ikişer bardak içtik. Yarbasan, Boyalı Dağları’nın kuzeybatıya bakan eteğine yerleşmiş. Her ne kadar, kuzey rüzgârları köyün bağrına bağrına esermiş. Eskiler: -“Poyrazın girmediği eve dert girer.” Derlerdi. Her evin kuzeye açılan bir poyraz penceresi olurdu. Evler, mutlaka poyraz rüzgârları ile havalandırılırdı. Boyalı dağlarından uzanıp gelen Batın Deresinin batı yakasında oturulabilir ev kalmamış. Köyün bu yakası, savaş sonrası harabe görüntüsü veriyordu. Batın Deresi, kör bir dere. Yağışların bol olduğunda dağlardaki sel ve kar suları bu dereden akarmış. Derenin her iki yakasında köylülerce dikilmiş ağaçlar var. Ağaçların bir kısmı meyve veren, bir kısmı meyve vermeyen cinsinden… Selvi kavakları uzadıkça uzamış. Ama Ali Gedik Tepesinin yarı belini geçememişler. Kızılcık, kuşburnu, ahlat ve çakal eriği gibi yabani ağaçlarda sıkça görülüyor. Yarbasan’ı görmeyeli uzun yıllar oldu. Bir kaç yıl önce bir gece köyün içinden geçtiğimde etrafı fazla gözleyemedim. Bu gelişimde de, sabahın alaca karanlığı olduğu için etrafı pek seçemedim. Evden çıktığımızda ortalık epeyce aydınlanmıştı. Çevreye gözlerimin alabildiğince baktım. Bir daha, bir daha baktım. Bu köye ilkokul yıllarımda gelmiştim. Sonrası da birkaç kez geldim. O dönemlere ait anılarım vardı. O zaman ki Yarbasan’la bugünkü Yarbasan’ın panoramasın da önemli değişiklikler olmuş. Coğrafi görüntü değişmiş. Kültürü gibi beşeri durumu da değişmiş. Sosyoekonomik yapı farklılaşmış. O zamandan bu zamana değişmeden misafirperverlik kalmış. Köy, hâlâ misafir severliğini koruyor. Köyün Cumhuriyet kurulmadan önce birinci Dünya Savaşından evvel kurulduğu söylenir. Köyün 1800’lü yılların sonlarına doğru kurulduğu anlatılır. Özellikle bu bölge Osmanlının zayıf düştüğü dönemlerde eşkıyanın, haramilerin, çetelerin cirit attığı, kol gezdiği yerdir, denir. Çetelerin, haramilerin, eşkıyanın pusu kurup soygun yaptıkları bölge olarak anılır. Köyün alt tarafındaki vadiden Afyonkarahisar-Seyitgazi istikametinde kervan yolunun geçmesi eşkiyanın, haramilerin, çetelerin iştahını kabartan nedenlerdir. Dağlarda, kayalıklarda çok sayıda mağara ve inlerin varlığı eşkıyanın yörede barınmasını kolaylaştırmış. Şu anda baraj sularının şişkinleştiği boğaza deve anırdanı dermişler. Aynı zamanda buraya Harami Dereside derler. Haramilere; başkalarına ait malı haram yolla, zorla elde ettikleri için “haramiler” demişler. Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!