Nazife Gelin’in kocası Ahmet, askerde hastalanır. Ahmet, üç yıl hasta yatağında yatar. Nazife Gelin,  üç yıl hasta kocasına bakar.

Nazife Gelin:

-Onu, sırtımda taşıdım. Helâli hoş olsun! Onu üst kattaki eve çıkarken ve aşağıya inerken sırtımda taşıdım. Şu inip çıktığım merdivenlerin dili olsa da ah bir söyleseler.

Evimiz ile harman yerimiz arasındaki uzaklık yaklaşık bin metredir. Harman zamanı onu sırtımda harman yerine taşıdım. Sabahları sırtımda götürdüm. Akşamları sırtımda eve geri getirdim. Kıyamet günü bu yollar, hasta kocama imkânlar dâhilinde iyi baktığıma şahitlik eder inşallah! Hiçbir zaman ona hizmetten yüksünmedim. Kocama hizmeti kendime en ulvi vazife bildim. Kocama itaati, Allah’a itaat bildim. Bir kadın için kocasına hizmet etmek en büyük şereftir. Aşk denen şey zor şartlarda bir kadın ya da kocanın eşine yaptığı fedakârlığın adı olsa gerek.

Kocam Ahmet, ailenin en büyük oğlu idi. O öyle olunca ben de ailenin en büyük gelini oldum. Kocamın beş de erkek kardeşi vardı. Beş yüz civarında davarımız vardı. Kaynanam yaz geldiğinde ağıla göçerdi. Kışlık yiyeceğimiz olan hayvansal gıdaları hazırlardı.

Ailemizde yedi erkek vardı. Ailede, kadın olarak kaynanam ile ben vardım. Toplamda dokuz kişi idik. Sonraları iki de benim kızlarım olunca toplam on bir kişi olduk.

Bir kadın olarak bir evdeki on bir kişinin yama, örgü, yeme, içme, çamaşır, bulaşık, çapa, tarım, hayvancılık vs. hizmetlerini ben görüyordum. Allah var! Kayınım Haso ev işlerinde bana çok yardımcı oldu. Esasında, Haso’nun adı Hasan’dır. Hasan, kocam Ahmet’in ikinci küçük kardeşidir.

Bu kadar işin ağırlığında kocamın bakımını hiç savsaklamadım. Severek ve sağlığına kavuşması arzusuyla hizmetine koştum.

Naife Gelin’in koca evi, iki katlı bir köy konağıdır. Konak, kullanım yıllarında ihtişamlı bir bina idi. O günün şartlarında kullanışlı bir yapı idi. O konakta, o günün şartlarında beş aile oturuyordu. Yaklaşık kırk kişinin yaşadığı bir konaktı. Osmanlı mimarisinde yapılmış ve Anadolu kültüründe dayanıp döşenmiş bir konaktı. Odalardaki gusülhaneler ahşaptı. Gusülhane denilen yerler bugünkü tabirle banyo işlevi görüyordu.

Gusülhaneler, yüklüklere bitişik yapılardır. Yüklük diye yatak, yorgan vs.nin konulduğu yere derlerdi.

Odanın giriş kapısının olduğu duvara müştemilat olarak yüklük, gusülhane ve sergenlik olmak üzere üçü birbirine bitişik yan yana yapılırdı. Sergenlik denilen aksamda su testisi, su güğümü, su kovaları vb. şeyler olurdu. Sergenlik raf raf katlı ahşap yapılar olurdu.

Köy yaşamını bilir misiniz? 1920’li, 30’lu, 40’lı, 50’li ve 1960’lı yılların Anadolu’daki köy yaşamından söz ediyorum. O günlerin yaşam koşullarını bilen biri olarak, Nazife Gelin’i daha iyi anlamak lazım!

Üç yıl, yatalak bir hastaya bakmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Yazı, kışı, hayvanı, harmanı ve hasadı olan bir ailede annenin bakımına muhtaç iki küçük yavrusu olan bir kadının zor koşullarda yatalak bir de hasta kocasına bakmasındaki sıkıntıyı düşünmek bile insanı zihnen yorar.

Nazife Gelin, kocası öldüğünde dalında kuruyan taze bir gül gibi kalmasına rağmen hiçbir şekilde isyana kapılmaz. Hasta kocasına yaptığı hizmetlerden ötürü yüksünmez. O, vefakârlık ve cefakârlık doğasında olan bir kadındır.

Nazife Gelin’in adı dahi iki tane idi. Adının biri nüfus kaydında göre Nazife diğer imi ise halk dilinde Şerife’dir.  

Nazife Gelin’in Kocası Ahmet, 1947 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşur. Yakalandığı amansız hatalığın etkisiyle öbür âleme göçer. Nazife Gelin, kocası Ahmet’in ölümüyle yirmi beş yaşında genç bir dul kadın olarak kalır. O, Ahmet öldüğünde yirmi beş yaşındadır.

Nazife Gelin de, kocası Ahmet de 1338 tevellütlüdür. Rumi yıla göre doğum tarihlerine tevellüt denirdi. Miladi yıla çevrildiğinde Nazife Gelin de, kocası Ahmet de 1922 yılı doğumlu olurlar.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!