Nazife Gelin, soğuk bir kış günü gelin olmuş. Kendisine gelin duvağı vurulmuş. Yedi düvel düğünde bulunmuş. Mandalar koşulu kara kağnı gelin arabası olmuş. Kara kağnının üzeri kilimlerle kapatılıp süslenmiş. Mandaların alınlarına sırımlara dizili püskül ile mavi boncuklar takılmış. Mandaların sahibi Yamalı lakaplı adam gelin bereketiyle gitsin diyerek omzuna kıldan dokuma ekmek torbasını takmış. Ahali eşliğinde Nazife Gelin’i baba evinden koca evine gelin götürmüş. Geçmişi deşelemenin ne anlamı var denebilir? Geçmişi, geri getirmeye çalışmanın kime ne faydası olacak denebilir? Geçmişi olmayan köksüz ağaç gibidir. Geçmişe dayanmayan, hafif esintilerde dahi sağa sola savrulur durur. Geçmişini unutan kendini unutmuştur. Geçmişinden utanan kendisinden utansın! Allah, geçmişinden utanacak yanlışları kimseye işletmesin. Geçmişten ders almayan geleceğe nasıl hazırlansın! Geçmişi düşünmeyen akıl geleceği nasıl düşünsün? Nazife Gelin’in ilk kocası Ahmet genç yaşta ölünce; aile büyükleri onu ölen kocasının erkek kardeşlerinden biriyle evlendirirler. Nazife Gelin’e, kocası Ahmet ölünceye kadar “Nazo Gelin” derler. Kocası öldükten sonra da Nazo Gelin’e, Nazife Gelin derler. Nazo Gelin, anası evinde kız iken de kendisine “Nazo Kız” derlermiş. Nazife Gelin’in kocası evliliklerinin üçüncü yılında askere gider. Vatani görevin ifası için gümrük askeri olarak Urfa’da asker olur. O dönem de, gümrük askerleri üç yıl askerlik yaparlar. Ahmet, askerliğinin ikinci yılının sonunda köyüne izinli gelir. Ahmet, izin kâğıdını onaylatmak için ilçe askerlik şubesine gider. Şubede, Cevizli Köyünden ellisini aşmış bir adam kendisini görmüş. Adam, Ahmet’e dipten doruğa bakmış ve sonra Ahmet’e sormuş: -Hele de bakayım, sen nerelisin? Ahmet, cevap vermiş: -Ben, Karaören Köyündenim! Cevizlili adam yine sormuş: -Ben, sizin köyü bilirim! Sen, kimlerdensin? -Asker Ahmet: -Ağaların Mehmet’in oğluyum! Cevizlili adam: -Ya hu, Katır Mehmet’in böyle askere giden oğlu mu var? Ahmet, evlerine dönünce demiş: -O konuşmanın üzerine oradan ayrılmadan kalçamda şiddetli bir sızı başladı. Her geçen gün, Ahmet’in kalçasındaki o sancı artarak devam eder. Ahmet’in izin günü biter. Ahmet, kıtasına gider. Ahmet’in rahatsızlığı asker ocağında artar. Ahmet’in hastalığı artınca komutanları onu memleketine üç aylığına hava değişimine gönderirler. Ağırlaşan hastalığı nedeniyle Ahmet, asker ocağına bir daha geri dönemez. Kur’an’ın Keyf suresinin 32 ile 48’inci ayetleri arasında şöyle bir olay zikredilir. İki komşu birlikte yan yana olan bağlarına giderler. Bağlar, yeşermiş bol meyveye durmuştur. Bağda, bereket ve bolluk her yönüyle kendini göstermektedir. İki komşudan biri diğerine böbürlenerek der: -İşte, benim mahsulüm böyle görkemli olur. Öbür komşu kendisine der: -Ne pahasına olursa olsun, kibirli konuşma. Allah’ın adını anmadan bir şey hakkında hiçbir şey söyleme! Bir şeyi beğendiğinde ya da hoşuna gittiğinde “Maşallah, Allah’ın yardımından başka hiçbir kuvvet yoktur! De. Böyle söylersen, beğendiğin ve sana cazip gelen şeye hiçbir zarar dokunmaz! Neticede adam, ertesi günü bağına gittiğinde bağının fırtınadan talan olup sağa sola savrulduğunu görünce hatasını anlar. Sözündeki izansızlığa pişman olur. İslam bilginleri, Keyf suresinin 39’uncu ayetinin o bölümünün nazar duası olarak okunmasını tavsiye ederler. Nazar, bakış demektir. Nazar sadece kötü bakıştan değil özenli bakıştan da değer. Allah’ın adının anılmasıyla Allah’ın gücü karşısında insanın iradesindeki bakışların zararlı gücü kırılmış olur. D. edecek! Ömrünüz uzun, Kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!