“Rum tarafından gelecek silahlı bir saldırının Zürih ve Londra Antlaşmalarında imzası olan, ona hürmet ve saygı gösteren Türkiye’yi hareketsiz bırakmasına imkan yoktur. Savaşların geride neler bıraktığını bilenlerdeniz… Bu sebeptendir ki barışçı bir hal çaresi peşindeyiz. Barışçı derken, her iki tarafın menfaat ve garantileri adalet terazisine konduğu zaman gözlerden biri diğerinden daha yukarıda olmamalıdır. O zaman yine adaletsizlik hakim olur ki keşmekeş daha fazla yayılır, büyük huzursuzluk huzuru ayaklar altında çiğner.” 1969 Dr. Fazıl KÜÇÜK

Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü konusunda yürütülen müzakerelerin bir kez daha duvara tosladığı günlerdeyiz. Duvara toslaya, toslaya ele alınacak kısmı kalmamış olan uyuşmazlığın dünyanın en eski uyuşmazlığı olarak sunuluyor olması inandırıcılıktan uzaktır. Filistin - İsrail sorunu, Pakistan’la Hindistan arasındaki Keşmir sorunu ve İspanya ile İngiltere arasındaki Cebelitarık sorununun nerede ise tamamı Kıbrıs uyuşmazlığına yaşıt oluyor. Diğer konuların bir yana bırakılarak Kıbrıs konusunun öne çıkarılıyor olması Doğu Akdeniz’deki yeraltı zenginliklerinin paylaşımı ile ilintilidir.

Bu gerçeği kabul etmeden ‘Ben bu işi çözerim veya ben çözeceğim’ demek pek inandırıcı gelmiyor. Hele bu konuyu Türk – Rum uyuşmazlığı noktasına indirgeyerek değerlendirmek konunun özünden sapmaya koşut bir yaklaşımdır. Bu nedenle emperyal güçler izin verdiği zaman saman alevi gibi içten içe yanar durur. Bu konuda geçtiğimiz 2014 yılında değerlendirmede bulunan Akel’in AP milletvekili olan Takis Hacıgeorgiyu ‘Kıbrıs sorunu kimsenin umurunda değil’ diye dert yanıyordu. Sorunun özünün yeraltı zenginliklerinden kim veya kimlerin ne kadar pay alabilecekleri konusudur. Müzakerelerde tartışılan konunun Kıbrıs Türklerine belki de en az oranda pay vermenin hesapları olduğunu da kaydetmek istiyoruz.

İsviçre’nin Crans Montana kasabasındaki son müzakerelere garantör ülkelerin Dışişleri Bakanlarının da katıldığı biliniyor. 5’li veya çoklu diye tanımlanan görüşmelerin Türk tarafının ısrarlı tutumu ile gerçekleştiğini, karşı tarafın içtensiz tutumu nedeniyle başarılı olamadığını da kaydetmek istiyoruz. Tarihsel sürece bakacak olur isek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmaları sürecinde de konular masaya getirilmeden Rum tarafı konuları kendi basın yayın kuruluşlarına servis ediyordu. Benzer uygulamayı bu kez İsviçre’de yapmış olmaları olmayan güvenin erozyonunu yaratmış olduğunu da kaydetmek istiyoruz. Demek ki huylu huyundan vazgeçmiyor…

Bay Nikos Anastasiyadis’in konuları görüşme masasında görüşmek yerine 2018 Şubat ayında yapılacak olan Başkanlık seçiminde elini güçlendirmek için bu yolu seçtiğini rahatlıkla söylemek istiyoruz. Kendi kişisel çıkarı ve beklentisi için seçtiği bu yöntem sonrasında masadan ilk kalkan kişi olduğunun da unutulmaması gerekiyor.

Alithia gazetesinde Anastasiyadis’in müzakerelerin devamını “her şey üzerinde anlaşmaya varılmadan hiçbir şekilde anlaşılmayacak” ilkesine değinerek öne çıkardığı “ya bu konular kabul edilir veya hepsi geçersiz olur” koşuluna bağlıyordu. Bu ilkenin aşılmaması noktasında yaşanan uyuşmazlık 50 sene değil daha çok 50 seneler devam eder gider…

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş kuralları içinde yer alan konuları şimdilerde yeni öneri imiş gibi sunmaları inandırıcı olmadığı gibi güven bunalımı da yaratıyor. Kuruluştan sonra çalıştırmadıkları bu kuralları günümüzde nasıl çalıştıracaklarına açıklık getirsinler de öğrenmiş olalım… Bay Nikos Anastasiyadis, yoksa hele bir başkan seçileyim bu konuları sonra düşünürüz mü demek istiyor…

BM Genel Yazmanı Bay Antonio Guterres’in “Ne yazık ki bir çözüm olanaklı olmamıştır ve konferans bu uzun süreli soruna bir çözüm getiremeden kapanmıştır” söylemini de bir aczin görüntüsü olarak okumak gerekip gerekmediğini sizlerin değerlendirmelerinize sunuyoruz. Getirilen bu noktada Amerika’nın Birleşik Kıbrıs çağrısının da boşlukta kaldığına vurgu yapmak durumundayız…

Sonuç alınamadı diye karalar bağlamaya gerek olmadan devletimize çeki düzen vererek çalışmalara başlamamız gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…