“1963 olayları alelade bir olay değil ciddi ve planlı bir saldırının başlangıcı idi. Halk önünde enosis’i gerçekleştireceklerine yemin edenler hala bu sözlerinin yerine getirilmesinde azimlidirler. Bunda da muvaffak olabilmenin ancak böyle dolambaçlı ve karanlık yollarda yürümekle mümkün olabileceğine inanmaktadırlar ve Türk tarafını nasıl itham edebilecekleri hesabı içindedirler… Gerek Makarios’un ve gerekse Rum vekillerin her vesile ile yaptıkları konuşmalarda bunu açıkça görüyoruz…” 1969

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         İş adamlığından Amerikan başkanlığına terfi ettirilmiş olan Bay Donald Trump, uygulamaları ile dünya dengelerini yerinden oynatmaya çalışıyor. Bu konuda başarılı olup olamayacağına yakında tanık olacağız. Ülkesinde ise hakkında suç duyuruları yapılarak soruşturuluyor. Böyle bir yapı içerisinde ilk yurt dışı gezisini Körfez ülkelerine yapmıştı. Genelde siyasetçilerin seçim alanlarında söylediklerini iktidara gelince unuttukları da biliniyor. Buna karşın Bay Trump böyle yapmadı. Seçim çalışmaları sırasında dış politikada önceliğinin daha fazla Amerikalıya iş sağlamak olduğunu söylüyordu. Bununla yetinmeyerek “tüm borçlarımızı Körfez ülkelerine ödeteceğim” diye belirtiyordu. Katar krizi diye sunulanların bu söylem açısından okuduğumuzda şaşırtıcı bir noktanın olmadığını düşünüyoruz.

Bölgede Katar kazanı diye duyurulan sıkıntılar yaşanırken mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri boş durmuyorlar. Kurdun dumanlı havayı sevdiği gibi ahbap çavuşlar Selanik’te bir araya geldiler ve Selanik Ortak Deklarasyonu’nu imzaladılar. Bay Aleksis Çipras, Bay Nikos Anastasiyadis ve Bay Benjamin Neden Yahu’nun imzaladıkları Ortak Deklarasyonla Kıbrıs sorunu – mülteciler ve ekonomik konularda işbirliği yapacaklarını duyuruyorlar. Bu anlaşma ile Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgazın Avrupa’ya ulaştırılması için döşenecek boru hattının da 2025 yılına dek tamamlanması planlanıyor.

Kıbrıs’taki müzakere süreci bir kez daha uzatılarak Cenevre’de çözüm arayışına gidiliyor. Bu müzakereleri ölmüş bir hastayı oksijen çadırına sokarak yaşatmaya çalışmak diye tanımlamak gerekiyor. Garantiler konusunu karşılıklı güven ortamı oluşmadan çözmenin düş ötesi bir durum olduğunu hemen herkes biliyor. Yapılan bu açıklamaları ağırlıklı olarak güvenliğin Rumlar için yeniden düzenlenmesi isteği olarak anlıyoruz. Birleşik Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerinin konumlarının net olarak ortaya konulmuş olmadığını sezinliyoruz. En azından azınlık haklarını bir lütuf olarak verebileceklerini düşünüyoruz.  

BM Genel Yazmanının özel temsilcisi Bay Espen Barth Eide, iki liderin çözümlenmemiş konuları ele alıp çözmek amacı ile Kıbrıs Konferansının yeniden toplanması için Cenevre’ye gitme konusunda anlaştıklarını da belirtiyordu. Yeme içme konusundan sonra bir konuda daha anlaşmış olmalarını Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü ve geleceği açısından önemli bulduğumuzu belirtmek istiyoruz. Bu anlaşmaya sevinmemiz mi yoksa üzülmemiz mi gerekiyor bunu değerlendirmesini sizlere bırakıyoruz.  

Avukatın şeytanlığını yaptığını düşündüğümüz Bay Eide, iki liderin ilişkilerini düzeltemeyeceğini söyledikten sonra Akıncı ve Anastasiyadis’in liderlik kabiliyeti göstermesini diliyorum” diyordu. “Cenevre’deki görüşmeleri birkaç hafta olarak planladıklarını ancak sürenin gelişmelere bağlı olduğunu ve iyi hazırlanmak gerektiğini” söylüyordu.

Politis gazetesinde yer alan haberde Fanaromeni Kilisesinde Eoka’cılar ile bir araya gelen Bay Nikos Anastasiyadis, Cenevre görüşmelerindeki süre konusunda, katılımcıların kararlı olmaları gerektiğini söyledikten sonra “ancak hepsinden önce, özellikle de garantiler – güvenlik – toprak düzenlemeleri gibi ana konularda ana sorumluluğu taşıyanların, bazı eylem ve faaliyetlerle iyi niyet sergilemesi gerekir. İyi niyet olursa, mutlu bir son da olur”   diyordu. Doğal olarak iyi niyeti Türklerden istiyor.  

Bay Eide, güvenlik ve garantilerle ilgili tüm tarafların bir yapı oluşturup müzakerelere zemin hazırlandığını, hazırlanacak bu belgenin (eğer hazırlanabilirse) kesinlikle bir BM önerisi olmayacağına vurgu yapıyordu. “O belgede Kıbrıs probleminin çözümünü bulamayacaksınız. Çünkü müzakereler başlamadan müzakere edecek değiliz Yeni yapının bir tarafa arzuladığı güveni sağlarken karşı tarafa güvensizlik yaratmayacak şekilde çalışması gerektiğini” kaydediyordu. Görünen o ki BM avara kasnak gibi Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü konusundaki çabalarına devam edecektir.

Yürütülen çalışmalardan sonra çözüm adına küçük hesaplar peşinde koşmadan devletimize sahip çıkmamız gerektiğinin görülmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…