Tarihin hiçbir döneminde hiçbir devlet, hiçbir topluluk ya da hiçbir kişi zulümle abat olmamıştır. Abat olmadığı gibi akıbette de berbat olmuştur. Herhangi bir devlet veya toplum hayasızlık, kötülük, taşkınlık gibi vahametlerle ne payidar ve ne de bahtiyar olunmuştur.

 

Dünyanın hangi noktasına aklın parmağını basarsanız basın her noktanın adalet üzere yapılandığını fark edersiniz. Semalara aklın gözünü attığınızda deliksiz duran gökyüzünün ancak adaletle direksiz dengede durduğunu göreceksiniz.  Adaletsizlik, realiteye muhalefettir. Adaletin gayesi hakikate işarettir. Taraflar arası eziyet ve hileyi önlemektir. Vecibeleri ölçüsünde dengeleri sağlamaktır. Masumun, zalim elinde mağdur duruma düşmesine engel olmaktır.  Adaletin zafiyete uğradığı zamanlar fesat grupları türer. Fesat güruhlarının bozgunları artar. Bozguncuların fesadı artınca yaşam mazlumlar için çekilmez vaziyet alır.

 

Adaletin temel kurallarından birisi de ahitlere, akitlere, antlaşmalara, mukavele ve sözleşmelere sadık kalmaktır. Vefalı olup vefayı bozmamaktır. Ahde vefaya sadakattir. Verdiği sözde durmayanları, akitlerine uymayanları, ahitlerini bozanları Nahl suresinde mecazen: “ İpliğini güzelce eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın.” ikazı yapılıyor. İbn-i Kesir’de: “Mekke’de ahmak bir kadın vardı. Her neyi eğirip büktükten sonra onu söker tekrar eğirir bükerdi. O dönem, kim sözünde durmaz ve akdini bozarsa bu kadının hâli kendisine örnek gösterilirdi.” deniliyor.

 

Toplumsal yaşamın sağlıklı ve güvenli işleyişi için Nahl suresi 90’ıncı ayette üç emir, üç yasak ve üç öğüt belirtiliyor. Bu ayetteki ilk emirde adil davranış emrediliyor.  Allah, üstün ahlâklı davranışları sever.  Adi hareketlerden hoşlanmaz. Bu nedenle Allah, insana iyi hâlli olmayı emreder. Kötü davranışları yasaklar. İnsan için iyi hallerin başında adil davranış, iyi hasletli tutum ve yakınlara yardım etmek gelir. Bu üç hâlin yaşama geçirilmesini Allah insana emrediliyor. Toplumsal yaşamda zulme mani olmak gayesiyle şu üç hâldeki hayasızlık, fenalık ve taşkınlık yasaklanıyor. Bu altı hükümden sonra da dinleyin, anlayın ve uygulayın biçiminde üç öğüt veriyor. Mealen, Allah bu ayette: “Haberiniz olsun ki Allah, size adaletli davranmayı,  iyilik yapmayı ve yakınlara yardım etmeyi emrediyor. Hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklıyor. Dinleyip, anlayıp tutasınız diye öğüt veriyor.” buyuruyor.

 

Toplumsal yaşamda uyum, güven, huzur ve esenlik için en gerekli öğe elbette adalet, adalet ve yine adalettir. Adalet yaşamın her anında ve durumunda lüzum eder.  İnsanın can, akıl, mal, inanç ve nesil güvenliği için adaletin hüküm sürmesi şarttır.  Yaşamın gerçeğine bakıldığında mağdurlar, mağrurların hegemonyasıyla oluşur. Mağrurların, mazlumları mağdur etmekten keyif almalarına alkış tutulduğunda ilahi adalet varlığını hissettirir.   Allah, mutedilleri sever. Aşrı gidip haddi aşanları sevmez. Âd kavmi, mazluma eziyeti seven mağrurlar kavmiydi. Allah, Hûd’u yemen yöresinde bozgunculuk yapıp fesat çıkaran putperest “Âd” kavmine peygamber olarak gönderdi. Hûd; sulh,  sükûnet, sakinlik, yumuşak davranış ve mutedil hareket anlamındadır. Âd kavmi bir Arap kavmidir. Bu kavim bağ ve bahçe işlerinde bir hayli ileri gitmiştir.  Tarihi “İrem bağları”  o dönemin tarihi yapıtlarından biridir.

 

Âd kavi, kayaları oyarak ev ve barınaklar yapmışlar. Onlarda gösteriş ve temaşa öne çok çıkmış. Bolluk ve refah nedeniyle azgınlaşmışlar. Allah’ın güç ve azametini unutmuşlar. Gaflete dalıp kibir ve gurura kapılarak mağrur olmuşlar. Nuh tufanını akıllarına getirmemişler.  Allah, Kur’an’ın Fussılet suresinde: “… Âd kavmi de, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve kibirlendiler: “Bizden daha güçlü kim var.” dediler. Allah’ın daha kudretli olduğunu akıl edemediler mi?” buyuruyor. Ad kavmi, hak yoldan ayrılıp Putperest oldular. Zalim ve gaddarlaştılar.  Mazlumları ezdiler. Allah’ın adaletine aldırmadılar. Zalimler, yüksek binaların çatılarından gariban mazlumları acımasızca aşağı atarlardı. Seyredip ve bu vahşetten keyif alırlardı. Nuh’un kavminden sonra ilk helak olan kavim “Âd” kavmidir.   Âd kavminin önlenemez azgınlığı artınca Allah’ın da onlara öfkesi arttı.  En doğrusunu Allah, bilir.

 

Hud Kavmi, mal ve evlatlarıyla mağrur olup dediler: -Ey Hûd, bizim oğullarımız var. Mallarımız var. Biz kalabalık bir topluluğuz. Seni ezer geçeriz. Senin kimin var? Bunun üzerine Hz. Hûd, çok üzüldü. Ellerini semaya kaldırdı. Allah’a iltica etti. Allah, onun duasını kabul etti. On yıl Ad kavminin kadınları çocuk doğuramayıp kısır kaldılar. Çocuk yüzüne hasret kaldılar. Bunun üzerine azgın Âd kavmi, Hûd Peygamber’e gelip kibirle, dediler:  -Ey Hûd, peygambersen bize mucize göster. Sen, bizi atalarımızın dininden mi çevireceksin? Doğru söylüyorsan bizi korkutmak istediğin azabı getir de görelim. Gafletleri nedeniyle bütün akarsuları kurudu. Bağları ve bahçeleri kuruyup gazel oldu. Meşhur “İrem Bağları” yerle bir oldu. Lokmaya hasret kaldılar.

 

O iri yapılı insanlar, Hz. Hûd’un uyarılarına aldırmadılar. Küfürlerinde inat ettiler.  Allah, rüzgâra emir verdi. Kumları tepeler gibi üzerlerine yığıverdi. Rüzgârın tesiriyle koca koca insanlar çekirgeler gibi havada uçuştu. Allah, Hûd’u ve ona inanları rahmetiyle o tufandan kurtardı.  Meryem suresi, ayet 35’de Allah: “O, bir işin olmasını dilediğinde sadece ona “Ol” der, o da oluverir.” buyuruyor. Yerler O’nun, varlık O’nun… Dediği olmaz mı?

 

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!