Birkaç gün önce kitaplığımı karıştırırken kitaplar arasında günlüklerimden birini buldum. Düzenli olmamakla beraber günlüklerimi parça parça kâğıtlara yazardım. Bulduğum bu yazıda onlardan birisi... 1976’nın Şubat’ına ait bir notta: Affan Dede denilen İbrahim Uysal’ın evime misafir oluşunu not etmişim.

 

Affan Dede denilen İbrahim Uysal, Bozanlı’dır. Bozan, Eskişehir’in eski köylerinden idi. Şimdi Alpu ilçesine bağlı kırsalda bir mahalle. Bozan’dan ziyade Affan İbrahim’den söz etmek istiyorum. Affan İbrahim, toplumun çok alışık olmayan karizmatik bir siması idi. Kendine özgü imaj ve üslubu olan sempatik bir tipti. Merhum İbrahim’in fotoğrafını çizmek yerine kelimelerle tasvir ve tarif etmek istiyorum.

 

Merhum Affan İbrahim 175 boyunda, yaklaşık 95 kg’ ağırlığında, göbeği kendisinden 40 cm’ önde giden, tok bir ses tonuna sahip kendine has esprileri ile toplumun sempatisini üzerinde toplamasını beceren bir karakterdi. Eskişehir’in bir değeri olmanın önemli adayı idi. Buna ömrü yetmedi. Genç yaşta, bu dünya hayatına veda etti. Ruhu şad olsun. Sözün özü, okulun maskot öğrencilerindendi.

 

Affan İbrahim’le aynı ortaokul ve aynı lisede okuduk. Aynı yurtta kaldık. Bizden birkaç sınıf önde idi. Yaşı da bizden fazlaydı.  Aynı yurtta kalmıştık, demiştim. Bir gün, yurttaki nöbetçi öğretmenden hafta sonu evci çıkmak için izin istemiş. Öğretmen izin vermeyince görürsün sen deyip öğretmen odasından hışımla çıkıp doğru mütalaa salonunda bizim yanımıza geldi. Bana hitaben:

 

-Güllü, varsa bana bir tane dosya kâğıdı ver, dedi. Ona bir dosya kâğıdı verdim. Cebinden bir kalem çıkardı. Bir şeyler yazdı. Kendine has tavırlarıyla yemekhaneye gitti. Yemekhanede patates mührü yapmış. Biraz sonra, dışarıda büyük harflerle konuşmalar duyunca koridora çıktık. Büyük harfle konuşmalar İbrahim ile nöbetçi öğretmen İsmail Ateş arasında yaşanıyordu. İsmail Ateş:

 

-Eşek zırıltısı “Bu Bir İstida Dilekçesidir.” ne demek. Meğer Affan İbrahim, nöbetçi öğretmene muhatap verdiği dilekçesinin başlığına “Bu Bir İstida Dilekçesidir.” ibareli başlık koymuş. Dilekçesinin altına köy muhtarı adına patates mührü basmış. Sonradan anlattığına göre amacım evci çıkmak değil, İsmail Ateşi zıvanadan çıkarıp “Eşek zırıltısı” diye bağırtmaktı, derdi.

 

Merhum İbrahim, Erzurum’da üniversite okurken yarıyıl tatilinde bir gece bir arkadaşı ile Eskişehir’e gelmiş. Gecenin geç saati olduğu için köyüne gitme imkânı olmadığından geceyi Eskişehir’de geçirmek zorunda kalmışlar. Merhum İbrahim nereden almışsa benim kaldığım evin adresini bulmuş. Üç arkadaş Arifiye Mahallesi, Postane Sokakta iki katlı binanın üst katında kalıyorduk. O ev, Orman İdaresinin karşısında idi. Gecenin ilerleyen saatinde kapı zili çaldı. Kapıyı açtığımda Affan İbrahim ile tanımadığım bir kişi kapı önünde duruyorlardı. Affan İbrahim:

 

-Yunus Emre kardeş, bu gecelik bizi misafir eder misin? Buyurun, dedim. Eve girdiler. Salona geçmelerini söyledim. Salona geçip oturduklarında İbrahim, göbeğinden büyük çantasını kucağına alıp bağrına bastı. Hayırdır İbrahim Abi, çantaya kendinden daha çok değer veren bir hâlin var gibi deyince, İbrahim:

 

-Mideme, taş basmak yerine çantamı basıyorum, dedi. Anladım ki, karınları aç. Mutfağa gidip aygaza çay suyu koydum. Onlara, sofra hazırladım. Sofrada bir ekmek, sana yağı ve gül reçeli vardı. Kendilerine dedim. Yarıyıl tatili nedeniyle diğer arkadaşlarım memleketlerine gittiler. Ben de, bugün öğleden sonra gideceğim. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer diyerek onları sofraya buyur ettim.

 

Sabah, onlar uykuda iken gidip fırından bir ekmek aldım. Ekmek parasından başka harcayacağım cebimde para yoktu. Köye gidiş yol parama dokunmuyordum. Ekmeği alıp eve döndüm. Sana yağını ateşte birazcık yumuşattım. Reçelin içerisindeki gül yapraklarını temizledim. Reçelle sana yağını pütürsüz şekilde çatalla çırptım. Adamların gözleri önüne sana yağı ile gül reçelini gece koydum. Şimdi de değişik bir şey olsun, istedim. Çayı demleyinceye kadar da onlar uyanmışlardı. Kahvaltı sofrasına oturduğumuzda kusura kalmayın finansal kaynağın gücü bu kadar, dedim. İbrahim, bir miktar karışımdan ekmeğe sürüp yediğinde:

 

-Ya hu Güllü, bu tatlının adı nedir? Ne kadar hoş bir şey bu? Nerden bulundun bunu? Ben, ömrümde bu kadar gül kokulu bir tatlı yemedim. Dediğinde, bizim evde buna güllabici derler, dedim.

 

Meşhur Affan Dede’den de kısacık söz edeyim. Bizim öğrenci olduğumuz yıllarda Türkçe kitabında “Affan Dede’ye Para saydım. Sattı Bana Çocukluğumu” konulu bir ünite vardı. Merhum İbrahim’in, karikatüristtin kitaba çizdiği karikatüre kafa, göbek vs. ile benzeyen bir yapısı vardı. Allah’ın yarattığı ne bir fiziki, ne akli ve ne de ruhi yapıyı eleştiri veya beğenmeme gibi bir düşüncemiz asla olamaz. Bize düşen insanlara karakter yapıları ile değer vermek ya da vermemektir.  Okulun müsamere kolunca tertiplenen bir piyeste o, Affan Dede rolünü oynamıştı. O zaman merhum İbrahim bu oyunu ile çok beğeni toplamıştı. Yiğit ölür namı kalır derler ya. Affan Dede namı da o zamandan kalmadır.

 

Merhum İbrahim Uysalı hayırla yâd edelim istedim. Mekânı cennet olsun!

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!