Türkiye son zamanlarda öyle kötü olaylar yaşıyor ki, Allah daha beterinden korusun demekten başka diyeceğimiz bir şey yok.

Manisa ve Elazığ depremlerinin yaraları sarılmaya çalışılırken, Idlip’te rejim güçlerinin açtığı top ateşiyle şehit olan 8 askerimiz.

Van’ın Bahçesaray’ında çığ altında kalan 5 kişi.

Bu çığ altındakileri kurtarmaya çalışan ekibin ve vatandaşların maruz kaldığı ikinci bir çığ felaketinde bu satırların yazıldığı saatlerde şehit ve ölü sayısı 39’a ulaşmıştı.

Önceki gece Sabiha Gökçen Havalimanında bir uçağın iniş sırasında geçirdiği kazada 3 vatandaşımız hayatını kaybetti 158 kişi de yaralandı.

 

***

Bütün bunlar insanımızın yüreğini yaktı.

Bu arada Kızılay’ın aracılık ettiği bağış, Kanal İstanbul tartışmaları geri planda kaldı.

Ama Kızılay ile ilgili yeni yeni gelişmeler de gazete ve televizyonlara haber olmuyor değil.

Kızılay’ın prestij ve güven kaybetmesi çok ama çok önemli.

Tarihi 150 yılı aşan bu kurum, Türk insanının ve hatta dünyada en güvenli kurumlar arasındaydı.

Ancak son gelişmeler Kızılay’ın bir güven kaybına uğradığını gösteriyor.

Örneğin geçtiğimiz günlerde bir televizyon programına katılan Erol Mütercimler, Tuzla’da kardeşiyle kendisine miras kalan bir evi Kızılay ya da Duruşşafaka’ya bağışlamayı düşündüklerini, iki kurum arasında gidip geldiklerini ancak son gelişmelerden sonra Kızılay’a asla bağışlamayacaklarını söyledi.

Bu gibi durumda olan ve böyle düşünen insanların sayısı hiç de az değil.

Bundan sonra Kızılay’a kan vermem, bağışta bulunmam diyenler giderek çoğalıyor.

 

***

Böylesi bir kurum asla böyle durumlara düşürülmemeliydi.

Çocukluğumdan hatırlıyorum da, okullarda Kızılay kolları vardı.

Boynumuza astığımız pirinçten yapılmış kumbaralarla bağışlar toplardık.

Milli bayramlarda, özel günlerde Eskişehir sokaklarında dolaşırken, insanlar tereddütsüz bu kumbaralara bozuk ya da kağıt paralar atarlardı.

O günlerden bu günlere geldik.

Böylesi bir kurum asla böyle durumlara düşürülmemeliydi.