“Beş sene neden cehennemi hayata katlandığımızı, neden milyonlar değerinde servetimizin elden çıkmasına tahammül ettiğimizi eğer hala idrak edememişse biz kendisine hatırlatalım. Eoka’ya tahammülümüzün olmadığından ve ekseriyetin boyunduruğuna girmenin bizim için felaketlerin en büyüğü olacağını bildiğimizdendir. İlk günden direndik, ellerindeki Yunanistan ve Rusya’dan tedarik ettikleri silahlara karşı koymaktan çekinmedik. Eğer bugün karşımıza çıkardıkları tekliflerine ‘evet’ diyecek idiysek beş sene mücadeleye lüzum kalır mıydı? İlk günden ‘evet’ derdik, her iş olur biterdi.” 1968

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Fransa’da yapılan seçim sonrasında Avrupa’da dengeler yeniden sorgulanmaya başlandı. Bazı gözlemciler ortalara çıkan sonucu kolera ile veba arasındaki fark olarak değerlendiriyorlar. Gözlemciler koleranın seçildiği konusunda uzlaşmış görünüyorlar. Buna karşın Bay Macron’un içte ve dıştaki sorunların üstesinden nasıl geleceği ise ayrı bir tartışma konusu oluyor. Siyasi bir geçmişi fazla olmadığının ötesinde parlamentoda şimdilik kendi partisinin milletvekillerinin olmaması bazı açmazları da beraberinde getiriyor. Macron’un partisinin Haziran ayında yapılacak olan parlamento seçimlerinde alacağı sonuç, AB konusunda önümüzdeki dönemde izleyeceği strateji için de belirleyici olacaktır.

Ortalıklara çıkan bu sonuç, ırkçı partinin gücünü arttırdığını da gösteriyor. Le Pen Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken Macron Türkiye’de son dönemde yaşananlara karşın “Türkiye’ye kapılar kapatılmasın” yaklaşımında. Yarım asrı aşan üyelik sürecinde bu tür yaklaşımlarla sonuç alınamadığı noktada Türkiye’nin üyeliğinin hangi yılda gerçekleşeceğine açıklık getirilmesi artık kaçınılmazdır. Türkiye’ye karşı bugüne değin sürekli olarak evtayır yanıtı verildiğinden sonuç alınamadığını hemen herkes biliyor.

Siyasette deneyimsiz olduğu kabul edilen Macron’un İngiltere’nin AB’den ayrılması sırasında göstereceği yaklaşım birliğin geleceği açısından yaşamsal önemde görülüyor. İngiliz basınının Macron’un Merkel ile el ele vererek İngiltere’nin çıkışını zora sokabileceği öngörüsü yer alıyor. Fransız Le Figaro gazetesi, “kendimizi aldatmayalım. Macron gerçekte Fransızların sadece üçte birini temsil ediyor” diye yazıyor olması düşündürücü olmanın ötesindedir.

Bir dönem Amerikan Başkanı George W. Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığından Dışişleri Bakanlığına paraşütle iniş yapmış olana namı diğer pirinç hanımdan (Condeleezza Rice)ilginç bir açıklama geldi. Bugün bölgemizin kan deryasına dönüşmesinin birinci dereceden sorumlusu olduğunu açıklaması ile kanıtlıyor. Brookings Enstitüsündeki konuşmasında Rice, “Biz Irak’a Saddam Hüseyin’i devirmek için gittik. Kitle imha silahları geliştirdiğini düşünüyorduk ve bölgeye tehdit oluşturduğunu da biliyorduk. Bu bir güvenlik sorunu idi” diye konuşuyordu. Böyle bir açıklamayı kurdun kuzuyu yemesindeki öykünün ötesinde değerlendirmek gerekiyor.

Bölge ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi çalışmalarının da ivme kazandığı noktada yaşanan etnik ve mezhepsel çatışmaların kısa sürede sonlanmasının beklenilmemesi gerekiyor. Bir yerde kan akmaya başladıktan sonra akan kanı durdurmanın uzun zaman alacağının da unutulmaması gerektiğini belirtmek istiyoruz.

Kıbrıs’ta ise müzakere süreci aksak ve ağır olarak sürdürülmeye çalışılıyor. Özel Danışman Espen Barth Eide’de Kıbrıs müzakerelerinde izlenen yöntemle istenen sonucun alınmasının zor olacağını söylüyordu. Yaşanan uzun süreçte denenmemiş yol ve yöntem kalmadığına göre yeni yönteminin ne olacağına da açıklık getirmesi gerekiyor. Çünkü peynirle laf gemisinin yürümediği biliniyor.

BM Kıbrıs’ta çözüm arayışlarının devam ettirilmesinde sakınca görmüyor olabilir. Yöntemin yanlış olduğunu doğrudan olmasa bile dolaylı olarak kabul ediyorlar. Bugüne değin anlaşmak için Kıbrıs Türklerinin toprak konusunda ödün vermeleri gerektiği ısrarla öne çıkarıldı. Buna karşın karşı taraf hep bu beklenti içine itilerek çözümü yokuşa sürmenin çabasına devam ediyor. Bu noktaya taşınmış olan uyuşmazlığın çözümü konusunda yeni bir yöntemin denenmek istenmesi de eski dilde abesle iştigaldir. Boşuna çaba harcamasınlar.

BM’e düşen görev, var olan durumun devamını sağlanmasına yönelik çalışmalara ivme kazandırmasıdır. Aksi halde yıllardır konuştuğumuz ve tartıştığımız konuyu yüz yıllar sonra da torunlarımızın torunları da tartışmaya devam ederler. Olayın özünü de o zaman anımsayan bile olmayacaktır. Yazılı belgeler üzerinden çözüm aramaya çalışıp dururlar.

Kayyumların bile çözemeyeceği noktaya taşınmış olan uyuşmazlığın var olan durumun kabul edilmesi ile kendiliğinden çözüleceğinin bilinmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…