Yaklaşık bir ay önce Eskişehir’in kanaat önderlerinden bir güzel insan, telefonda Âşık Seyrani’nin şu dörtlüğünü okudu:
“Gülü dikene katalı
Diken eline batalı
Yâr beni yardan atalı
Bükülmüştür belim benim.”
O güzel insan, Seyrani’nin bu dizelerinden nasıl bir anlam çıkardığımı sordu. Tabi ki, o güzel insan bir düşünür. İyi bir hatip… Gönül insanı. Dost canlı. Velhasıl babacan bir yapıya sahiptir. Dikkatli bir okurdur. Kendisinin hazırladığı bir hayli sohbet türü yazılarının olduğunu düşünüyorum.
Asıl adı Mehmet olan Âşık Seyrani 1800’de, Kayseri’nin Develi ilçesinde doğmuş. İstanbul’da yaşamış. 1866 yılında Develi’de bulunduğu sırada hakkın rahmetine kavuşmuş.
Mekânı cennet olsun!
Yaklaşık günümüzden iki yüz yıl önce yaşamış bir ozan… Ozanlar, şairler, yazarlar, sanatkârlar, düşünürler toplumun ortak değerleridir. Bu tür şahsiyetler, toplumun gözüdür, kulağıdır, belleğidir. İçinde yaşadıkları toplumun dert ortaklarıdır. Toplumlarının müşterek dilidirler. Onlar, toplumlarında gördükleri sıkıntıları ve umutları kendi usullerince dile getirirler. Yaşadıkları çağa ve sonrasına birer ders niteliğinde sunarlar. Onların sundukları bu derslerden her akıl sahibi kendi çapınca payını alır.
Şiirin dili ile gayesi, diğer edebi türlerden ve sanatlardan farklıdır. Şiiri, şiir yapan bu farktır. Şiirin ilk çıkışı, haberleşme amacı ile Romalılar zamanındadır.
Şiir, her okundukça dinleyende ve okuyanda değişik duygular canlandırır. Her okuyanda yine farklı algılar oluşturur. Şairin düşünce dünyasını yakalamak için şiirlerinin geneline ulaşmak gerekir. Aksi hâlde yanlış ve eksik kanaatler oluşur.
Şiir okundukça, şair okuyucunun zihninde bazı yerleri tasvir eder. Bazı hâlleri ifade eder. Şiirde, şair kendi iç dünyasını dışa yansıtırken, aslında yansıttığı toplumsal dertlerdir. Eğer bir şair, okuyucuyu şiirinde, şiirde geçen yerlere ve olayların içerisine çekip götüremiyorsa o şiir, şiir değildir. Yazar da şair değildir.
Şair, şiirinde yaşadığı günü anlatır. Anlatırken evrensellikten ödün vermeden anlatır. Şair ile şiiri arasındaki bağıntının doğru kurulması bağlamında Seyrani’nin değişik şiirlerinden farklı kıtaları sayfamıza taşıyalım.
“Bir üstada olsam çırak
Bir olurdu yakın ırak
Kemiğimi yapsam tarak
Yar saçımın tellerine
****
Vücudumu kavursalar
Yönüm yâre çevirseler
Harman edip savursalar
Muhabbetin yellerine
****
Bülbül daldan dala yapıyor sekiş
O sebeple gülle ediyor çekiş
Aşkın iğnesi ile dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş.
****
Arı geçmez çiçeğinden
Çiçek geçmez peteğinden
Pir erenler eteğinden
Kesme rabbim elim benim
****
Çal Seyrani durma sazın
Hakka eyle sen niyazın
Sana secdesiz namazın
Kısmet olan kılar bir gün
Diyen Seyrani’nin bir başka beytini Yıldırım Koç Aydınlık Gazetesinde 09.07.2019 günü yayınladığı “Kaypak Müslümanı dinden çıkaran yağlı kete” adlı köşe yazısında:
“Ey Seyrani var mı sözün hatası,
Bulunmaz dünyanın elbet ötesi,
Ermeni’nin Rum’un yağlı ketesi,
Kaypak Müslümanı dinden çıkarır.”
Kete, bir tür yağlı çörektir, diyelim aynı gün Abdurrahman Dilipak’ın Yeni Akit Gazetesindeki “Siyasetin Yolları Taşlıdır” başlıklı yazısında ise:
Şeyh Edep-Âli’nin damadı Karamanlı Dursun Fakih’in bacanağı olan Osman Gazi’ye, ümmetin hâliyle ilişkin şu uyarısını naklediyor:
-Ey oğul! Öyle insanlar göreceksin ki, koyunu yemek için tilki ile plan yapacaklar. Kurtla birlik olup kuzuyu öldürecekler. Çobanla işbirliğine girişip haram demeden yutacaklar. Oturup sürü sahibi ile yas tutacaklar. Sonra da, hiçbir şey olmamış gibi tavır sergileyecekler. Yeni tuzaklar için daim plan hazırlığında olacaklar.
Bu tipleri kendinden uzak tut ki, sana da otağına da ateş düşmesin.
Kuzu çalarak işe başlayanlar sürülerle doymazlar. Aman dikkat! Nefislerinde cehennem ateşi taşıyanlardan uzak kal! Sana, sözüm budur.
Onlar, toplumsal sorunların nasıl ve neden çıktığını böyle dile getirmişler.
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!