“Ayıp! Bir Rum bile bu kadar yalanı söylememelidir. Soykırımı önlemek için almak zorunda bırakıldığımız tedbirler, ayırımcılıkmış , lafa bakınız!.. Sizi ezecekler tüm haklarınızı alacaklar, ‘Hedef ENOSİS’tir’ diyerek Türk’leri yok etmek için 11 yıl uğraşacaklar.  Toplu mezarlarda 16 günlük bebekler 90’lık yaşlılar yatacak, bağımsızlıktaki ortaklık hakkımızı reddedip Kıbrıs’ta çoğunluk isteyecekler, Rum idaresini 11 yıl dünyaya Kıbrıs hükümeti olarak yutturacaklar, benzeri haksızlıkları her gün tekrarlayacaklar sonra da bunlara karşı tedbir isteyince size ayırımcı diyecekler’”. 1979

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Rum saldırılarının Aralık 1963’te başlaması sonrasında Ada’ya gönderilen BM Barış Gücünün görev süresi önce 3 aylık dönem olarak belirlenmişti. Ada’da bozulan düzenin ve barışın bu kadar sürede kurulamayacağını bu kararı alanlar da mutlaka biliyorlardı. Öyle de oldu. Aradan 55 yıl geçmesine karşın yukarıda belirlenen hedeflere ulaşılamadığı için bu güç Ada’da konuşlanmaya devam ediyor. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 04 Mart 1964 gün ve 186 sayılı kararın yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Annan’ın belgesinin oylandığı günlerde Kıbrıs’taki Türk varlığı kabul ediliyordu. Bu nedenle alınmış olan bu kararın yeniden değerlendirmeye alınması gerekiyor.

Yeniden değerlendirilmesi gerekçesine gelince o günlerde alınmış olan bu karar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ortaklık devleti olduğunu dikkate almadan bir Rum devleti olduğunu kabul ediyordu. Yine alınan bu kararla Ada’ya gönderilen Barış Gücü bir anlamda anılan devletin sigortası görevini yerine getiriyor. Aradan geçen sürede yaşananları bir köşeye koyacak olur isek bu güç olmadan da BM izlemesi gereken bütün işlerini rahatlıkla yürütebiliyor. Aksini düşünen var ise beri gelsin diyoruz.

Türkiye ile AB arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması da 24. yaşına giriyor. 01 Ocak 1996 gününde yürürlüğe giren anlaşma yapılan yasal düzenlemelerle Türkiye’nin rekabet gücünü artıran bir görüntü veriyor olsa bile içinde barındırdığı yapısal sorunlar nedeniyle Türkiye’nin aleyhine açmazlar yaratıyor. Bu sorunların aşılabilmesi için de Gümrük Birliği Anlaşmasının güncellenmesini gerekli kılıyor. Günümüzde yaşadığımız ekonomik sıkıntıların bir nedeninin de bu anlaşma olduğu biliniyor. Bu anlaşma nedeniyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden mal ve hizmet alımının da yapılamadığının bu anlaşma olduğunun altını çizmek istiyoruz.

BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 sayılı kararla yasal statü kılıfına sokulan Ada’nın güneyindeki yönetimin Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon zenginliklerine sahip olabilmek için bazı adımlar attığı biliniyor. Uluslararası Hukuk kurallarını yok sayarak ilan ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgeler için bölge ülkeleri ile anlaşmalar yaparak zemin kazanmaya çalışıyorlar. Yunanistan’ın Ege’deki adımlarına karşılık, güneydekilerin de İsrail – Mısır – Katar – Yunanistan ve son olarak da Amerikan Exxon Mobil şirketi aracılığı ile Amerika’yı da bu suça ortak etmeye çalışıyorlar. Bu konuda başarılı olduklarını kabul etmek durumundayız.

Geçtiğimiz Ocak ayında Doğu Akdeniz Bölgesinde gaz üretimi, tüketimi ve geçiş ülkelerini bir araya getiren Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun (DAGF) Kahire’de kurulduğu açıklandı. Açıklama Mısır Petrol ve Madencilik Bakanlığından geldi. Buna göre “Güney Kıbrıs Rum Kesimi (açıklama da bu şekilde tanımlanıyor) Yunanistan – İsrail – İtalya – Ürdün – Filistin ve ev sahibi Mısır’da bu yapının içinde yer alıyor. Böyle bir yapının kurulmasının birincil amacının arz ve talebi sağlayarak üyelerin çıkarlarına hizmet edecek bölgesel bir gaz piyasasının kurulması olduğu kaydediliyor. Adı geçen ülkelerin önde gidenlerinin 2018 yılı içinde elde edilecek gazın önce İsrail’e oradan da Yunanistan üzerinden AB ülkelerine pazarlanması için döşenecek boru hattının maliyeti konusunda çalışma başlattıklarına vurgu yapmak istiyoruz.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi gerek Yunanistan gerekse Rum kesiminin yaratmaya çalıştıkları zemin kazanma çabalarına Türk Deniz Kuvvetleri “Mavi Vatan 2019 Tatbikatı” ile alanın boş bırakılmadığının da yanıtını veriyor. Türk Deniz Kuvvetlerinin kurulan tuzak ve oyunlara karşın dimdik ayakta olduğunun göstergesini ve onurunu hep birlikte yaşıyoruz. Deniz Kuvvetlerinin gücünü kaybetmediğinin bir diğer göstergesi ise Türkiye’yi çevreleyen üç denizde aynı anda ortak tatbikat yapıyor olmasıdır.

Yalnız Deniz Kuvvetlerimizle değil Türk Silahlı Kuvvetlerimizle onur duymamız gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…