Anlatacağım hikâyede, kassarın bohçasında karayılanın ne işi var? Sorusu, hemen akla geliyor. Akil olmak, insanın kendisine ya da bir başkasına böyle bir soru sormasını gerektiriyor. Sorunun cevabı kıssanın için. Bir kıssada bin hisse vardır diye, boşuna dememişler.

Rivayete göre, Allah’ın peygamberlerinden İsa Peygamber bir köye ziyarete gider. O köyde bir kassar vardır. Kassar ne demek, diyebilirsiniz. Hemen cevabını verelim:

O dönemde kassarlık bir meslektir. Kasara aynı zamanda çırpıcı derler. Kassarın işi elbise ağartmaktır. Diğer bir ifade ile kassar elbise beyazlatıcısıdır. Köy halkı, o kassardan şikâyetçidir. Köylünün, o çırpıcıya beyazlatmak için verdikleri kumaşların bir kısmından çırpıcı kesip alır. Kendisine iş karşılığı verilen bedelden başka kumaş sahibinden izinsiz kumaşlardan keser. Kassarın bu davranışına, ister hırsızlık deyin. İsterse gasp deyin. İsterse sahtekârlık deyin. İsterse fırsatçılık deyin. İsterse zorbalık deyin. Ne derseniz deyin. Ama yaptığı işe uygun olanı deyin. Belli ki, kassarın işinde hile var.

Bozuk kişilik yapılarını meziyet olarak topladığınızda, karşınıza tam bir haksız kazanç sağlayıcı karakter çıkar. Haksız kazanç sağlayan insanlar tarafından sevilmediği gibi Allah tarafından da sevilmez. Haksız kazancın üzerinde durmaktan ziyade başka bir önemli konuyu anlatmak istiyorum. Velhasıl, köylüler İsa Peygambere kassarın bu tutumunu şikâyet ederler ve derler:

-Ey İsa! Allah’a dua et. O kasar, bizim köye bir daha gelmesin. Kendisine, beyazlatmak için verdiğimiz kumaş ve ipliklerden bizden izinsiz kesip alıyor. Köylünün bu isteği üzerine Hz. İsa, Allah’a dua eder ve duasında:

-Ey Allah’ım, o kassar bohçası ile bu köye dönmesin.

Bir zaman sonra o kassar, kendi âdetince bir dağa gider. Yanında da üç ekmek götürür.  O dağda da bir âbit oturmaktadır. Abid, kassarın yanına gelir ve der:

-Yanında ekmek varsa bana biraz ver. Hiç olmazsa o ekmeği bir koklayayım. Kokusuna bile hasretim. Uzun zamandır bir şey yemedim. Çok açım!

Kassar, o abide ekmeklerden birisini hemen verir. Abid de, ona şöyle dua eder:

-Allah, senin günahını bağışlasın. Gönlünü, pak etsin.  Bunun üzerine kassar, o abide ikinci ekmeği de verir. Abid, bu defa duasında şöyle der:

-Ya kassar! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın!

Bu duadan sonra kassar, abide üçüncü ekmeği de verdi. Abit, bu kez duasında:

-Allah, sana cennette bir köşk versin!

Kassar, o köye yatsı vakti sağ salim geri döner. Köylüler, kassarın köye geldiğini görünce Hz. İsa’ya gittiler ve dediler:

-Ey İsa! O kassar, salimen köyümüze geri döndü. Hz. İsa:

-O kassarı çağırın, bana gelsin, dedi.

Kassar, Hz. İsa’nın huzuruna gelince Hz. İsa, kassara dedi:

-Sen, bugün ne gibi bir iyilik yaptın? Kassar, başından geçen hadiseyi anlattı:

-Bugün dağa gitmiştim. Dağda yanıma bir seyyah geldi. “Çok aç” olduğunu söyledi. Benden ekmek istedi. Yanımda götürdüğüm üç ekmeği de ona verdim. Kendisine verdiğim her ekmekten dolayı benim için Allah’a dua etti.

Hz. İsa, o kassarı dinledikten sonra kassara dedi:

-Bohçanı buraya getir. Görmek istiyorum.

Kassar, getirdiği bohçayı açtığında bohçanın içerisinde kocaman bir karayılan olduğunu gördüler. O karayılan, demir zincirlere bağlı vaziyette duruyordu.

Hz. İsa, bu kez doğrudan karayılana sordu:

-Ey karayılan! Deyince, yılan dile geldi ve dedi:

-Buyur, ey Allah’ın peygamberi. Karayılanın bu sözü üzerine Hz. İsa, yılana sordu:

-Ben, seni bu adamın üzerine salmadım mı? Hani, bu adamın işini bitirecektin? Yılan, dedi:

-Evet, dediğin doğru. Benim dağda, bu adamın işini bitireceğim zaman bu adamın yanına bir gezgin geldi. Bu adamdan ekmek istedi. Bu kişi, o seyyaha ekmeklerinin tamamını verdi. O gezgini doyurdu. Gezgin bu adam için dua okudu. O esnada bir melek geldi. O melek, gezginin duasına sürekli “Âmin!” diyordu. O sırada bir melek daha geldi. Sonradan gelen melek de, beni bu vaziyette bu demirden zincirle bağladı. Bağlayınca beni etkisiz duruma getirdi. Tutup beni, bu adamın bu bohçasına bohçaladı. Karayılanın bu sözleri üzerine Hz. İsa, kassara dedi:

-Ey kassar, Allah, seni iyiliğin karşılığında bu yılandan kurtardı. Sen, Allah’ın muhtaç bir kuluna yardım ettin. Allah da, yardıma ihtiyacın olunca sana yardım etti. Bağışlanmana sebep; verdiğin o üç ekmeklik sadakadır. Sadakan nedeniyle başına gelecek felâketten kurtuldun. Eskiler:

-Az sadaka, çok belâ def eder, derlerdi. Yetkin kişi Katâde, der:

-Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi belâları söndürür.

Bu kıssadan hissede, sadakanın önemi ortaya çıkıyor. Muhtaca yardım etmenin sadaka olduğunu bildiriyor. Sadaka, Allah’ın öfkesinin Allah’ın merhametine dönmesine vesiledir. Hz. Peygamber: “Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin!” buyuruyor.

Sadaka, fakirin daha doğrusu muhtacın hakkıdır. Verilen sadaka ile varlık eksilmez. Sebe suresi ayet 39’da Allah: “Verilen sadakanın yerini Allah daha iyisi ve daha ziyadesiyle tamamlar.” buyuruyor. Bir sadaka, gelecek 70 belâ kapısını kapar. Dini kitaplarda şöyle bir mevzu anlatılır:

Şu beş şeyi yapmayana Allah da, beş şeyi yapmaz. Birincisi, malının zekâtını vermeyenin malını Allah korumaz. İkincisi, sadaka vermeyene Allah afiyet vermez. Üçüncüsü, Devlete vergisini vermeyenin gelirine Allah bereket vermez. Dördüncüsü Allah, dua etmeyenin duasını kabul etmez. Beşincisi, namaza tembellik gösterenlere de Allah, ölüm hallerinde “La ilahe illallah… “ kelime-i tevhidini söyletmez.

Bu hikâye, “Tenbîhü’l Gâfil’in ve Bustânü’l-Ârifîn” adlı kitapta geçer. Sadakanın önemini günümüz koşullarında öne çıkarmak için yorumlarım ile bu hikâyeyi gündeme aldım.

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!