Dünya hayatında mevsimler gelir ve geçer. Aslında gelip geçen insan hayatıdır. İnsanın kendisidir. Değişen mevsimler gibi insan hayatının da değişik evreleri vardır. İnsanın çocukluğu, gençliği, orta yaş hâli ve yaşlılığı gibi…

Mevsimler geçtikçe bazen ilkbahar ve bazen de sonbahar olur.  Kışlar yazdan sonra mı, yazlar kıştan sonra mı gelir? Kafa yoracak kadar önemli bir mesele değildir, diyenler olabilir.

Hayatın akışı içerisinde mevsimlerin oluşumu çok önemlidir. Mevsimler oluşurken günler gelir ve geçer. Geçen günleri geri getirmek mümkün mü? Mevsimlerin oluşumu insan hayatını, sağlığını ve varlığını doğrudan ilgilendirir.

İnsan hayatı için önemli olan fayda ya da zarardır. Mühim olan insanca yaşamaktır. Dünya hâli bu! Havalar bazen güneşli ve bazen de bulutlu olur. Yağışlar bazen kar, bazen dolu ve bezen de yağmur şeklinde yağar. Bazı yağışlar, bazıları için rahmet olurken bazıları için de felaket olur.

İnsan hayatı bazen bir bahar gibi güllük gülistanlık olur. Bezen sıcaktan coğrafyanın kavrulduğu gibi insanın yüreği yanık olur. Bazen sonbahar gibi umutların ve iştahların kuruyup gazele döndüğü anlar olur. Bazen de, kış mevsiminin fırtınalı vakitleri gibi fırtınalı zamanları olur.

Gün doğar, sabah olur. Gün batar, akşam olur. Akşamdan sonra karanlık olur. Karanlıkta ay doğarsa geceler aydınlık olur. Gecenin koynunda insanın sırlarından neler gizlidir neler? Düşünen kafalar, bu soruya cevap bulur.

Allah, insana akıl vermiş. Akıllı insan, rahmetin getirilerini ve felaketin götürülerini bilsin için… Çok anlamlı bir atasözü vardır. “Göz odur ki görünmeyen dağın ardını görebile, akıl odur ki başa geleceği önceden akıl edebile.” mevsimlerin oluşumuna göre akıllı insan, kendisini korumak için tedbirler alırlar. Kış gelmeden, yazdan kışın hazırlığını yapar. Akıllı insanın ölüme hazırlandığı gibi… Ağaçlar bile kışın soğuğundan kendilerini korumak için son baharda gövdesindeki suyu toprağa salar. Yeniden canlanış vakti, ilkbaharda bedeninde gizli yaprakları, meyveleri vs. güzellikleri sunmak için kış sonu gövdesine topraktan taze su çeker.  

Rahmetin getirisi, insana fayda sağlar. Felaketin götürüsü, insana zarar verir. Akıllı insan, felaket başına gelmeden felâketin getireceği sıkıntıları çözer ve önlemini alır. Şayet gücü yeterse…

Yunus peygamber, peygamberlik vazifesi gereği Ninova halkını uzun bir süre Allah’a imana çağırır. Tevhit inancına davet eder. Tevhit inancı; Allah’ın bir olduğu, eşi, benzeri, ortağı olmadığına, doğmadığına, doğrulmadığına, her şeye muktedirin kâinatın tek sahibi Allah’ın ezeli ve ebedi olduğuna inanmaktır.

Allah, Yunus Peygambere, insanları Allah’a imana çağırma vazifesi vermiş. Peygamberlerin Allah’tan peygamberlik vazifesini aldıklarının en önemli yetki belgesi kendilerine mucize gösterme yetkisidir. Peygamberlerden başka hiç kimse mucize gösteremez.

            Hz. Yunus’un Ninovalılar’ı uzun süre tevhit inancına davetine uyan olmaz. Bu duyarsızlık Hz. Yunus’un zülfüyârına dokunur. Bunun üzerine Yunus Peygamber, Allah’tan izin istemeden sabırsızlıkla bulunduğu beldeyi terk eder. Terk ederken de sitemle hâlindedir. Üzüntüsünü bir kendisi bilir. Ve bir de Allah bilir. Bir peygamberi en çok üzen hadiselerin başında tebliğine insanların ilgisizliğidir.

Hz. Yunus, kenti terk ederken Ninovalılar’a da, siz benim davetime uymadınız. Allah’a iman etmediniz. Başınıza büyük bir felâketin gelmesinden korkuyorum der ve oradan ayrılır.

Yunus Peygamberin o beldeyi terkinden sonra o memleket üzerinde siyah bir bulut peydahlanır. Siyah bulut büyüdükçe büyür, büyüdükçe kararır. Bulut büyüdükçe halkı korku kaplar. Kent halkı, eyvah Yunus’un söylediği tufan geliyor, diyerek telaşa kapılır.

O halkın içinden akıllı bir adam çıkar ve der: “Ben Yunus’un sözlerine ve hareketlerine dikkat ederdim. O sürekli bir şeyler söylerdi. Onun söylediği sözleri toparlamaya çalışıyorum. O, sürekli “La ilahe illallah! derdi. Biz de, Yunus’un söylediği bu sözleri söyleyerek gelmekte olan bu tufanı önleye biliriz.” demesi üzerine halk hep birlikte:           “La ilahe illallah Yunus resülullah!” derler.

Çoluk çocuk, yaşlı, ihtiyar hep birlikte hayvanlarını da yanlarına alarak kırlara çıkarlar. Siz, hayvanlara ilahi kudret tarafından merhamet edilmediğini zannetmeyin.

Yaşlıların, engellilerin, masumların, mağdurların ve sabi çocukların dualarının Allah indinde makbul olduğunu bilin. Bir toplum mazlumlarına ve mağdurlarına sahip çıkarsa; ilahi kudrette o topluma sahip çıkar. Kur’an’ı Kerim’in ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de şefkat ve merhamettir. Kur’an’ın yasakladığı konuların başında da kin, öfke, nefret ve intikam duygusu gelir.

O halk, kırlarda sürekli “La ilahe illallah Yunus resülullah!” kelime-i tevhidini tekrar ederler.  Uzun bir süre sonra o siyah bulutlar yağışa, yağış felakete dönüşmeden kaybolup gider. O diyarın üzerinden dağılarak kaybolur. Allah isterse, neler olmaz ki? Allah için güçlük yoktur. O, bir şeyin olmasını dileyince o şey hemen olur.

Dinsel tarihi kitapların bazılarında; kendilerine tufan gelip de felakete dönüşmeden sıyrılıp giden tek milletin Yunus Peygamberin imana davet ettiği millet olarak belirtiliyor.

Anlaşıldığı gibi Yunus Peygamber kavmi için… Kavmi deyin… Milleti deyin… Ulusu deyin… Ama ümmeti demeyin… Bir topluluğun ümmet olabilmesi için o toplumun o an o peygambere inanıyor olması lazım!

Hz. Yunus, o milleti tevhit inancına davet etti. Ama onlar, o davete inanmadılar. Fakat felaketin başlarına gelmekte olduğunu gördüklerinde; inanmadıkları tevhit inancının şiârı olan “La ilahe illallah Yunus resülullah!” söylemleriyle başlarına gelecek olan belâdan kurtuldular.

Allah hiçbir millete, hiçbir topluluğa ve hiçbir kimseye belâ vermesin! Tarihe doğru bakmak lazım… Geçmişin acılarından ve huzurundan ders almak gerekir.  Alanlar alır. Almayanlar da kendileri bilir. Sonunda kimler karlı çıkar, Allahualem!    

            Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!