Vah vah! Prof!.. Celal Şengör Hoca’ya… Ne halt ettinse, bırak sende kalsaydı. Toplumun kafasını karıştırmaya, insanların midesini bulandırmaya ne hakkın vardı? Söylenen ve yazılanlara göre; ne yedinse, mahremin olarak senin olsaydı. Celal Hoca, isminin başındaki “Prof!..”unvanı ile toplumun gözünde bir bilim adamı olarak taltif görüyordun.  Yedim dediğin şeyden sonra, toplumdan aynı itibarı görebilecek misin? Bakalım. İşlediğin iş deney bile olsa; bilimselliği kanıtlanıncaya kadar gizliliğin esas olduğunu toplumun pek çok katmanından daha iyi bilmen gerekmez mi idi? Neden yedim dediğin şeyin bilimselliği tescillenmeden ifşa edersin? Sözde bir bilim adamı olarak yarı anlamış yarı anlamış bazı kıt anlayışlı insanlara kötü örnek sergilediğinin farkında mısın? Şengör Hoca, insan vücudu öyle sistemli yaratılmış ki; kendine yarayanı alır. Kendi hizmetinde kullanır.

Vücut, kendisine yaramayan zararlı atıkları sisteminden ifraz eder. Yedim dediğin o şey vücut için zehir olduğundan kendi sisteminden dışarı atılıyor. İster dışkı, isterse idrar olsun bu ifrazatlar vücut için zehirli maddelerdir. Sen, bir bilim adamı olarak isminin başındaki “Prof!..” şerefine layık olmaya özen göster ki, toplumda sana saygı göstersin. Toplumdan saygı görmenin birinci kuralı içinde bulunduğun toplumun değer yargılarına karşı hassasiyet göstermendir.

            Yeri gelmişken buna uygun bir hikâye anlatayım. Yaz aylarının sonuncusu olan ağustos ayında yol üstlerinde bir böcek türü, hayvanların dışkısından uğraşarak kendinden büyük top yapar. Çabalaya çabalaya da o pisliği yuvar. Bu böcek türüne halk arasında “B.k böceği” derler.

            Günün birinde adamın birisi yolda giderken bir “B.k böceği” nin gayretle hayvan dışkısından yaptığı topu yuvarladığını görür. Adam, böceğe acıdığından kendince der:

            -Allah’ım, bu zavallı böceği yarattın. Neden bu böceğe, bu “b.k”u yuvarlatırsın. Sen de görüyor ve biliyorsun ki, bu böcek bu pislikle uğraşırken çok eziyet çekiyor.

            Bu zamandan sonra günler, haftalar ve aylar geçer. O adam, hastalanır.  Hekim, hekim dolaşır derdine derman bulamaz. Derdine derman arayan bu adam, bir koca karıya başvurur. Şikâyetini anlatır. Adamcağızın izahından sonra, koca karı der ki:

            -Sen, amansız bir derde düşmüşsün. Derdinin dermanını ben biliyorum, deyince hasta adam:

            -Teyzeciğim, hemen söyle de derdime deva olacak o ilacı alayım. Bu kez koca karı:

            -Evlat! Senin derdinin devası bir “b.k” un içinde gizlidir. Eğer sen, o “b.k” tan yersen şifanı bulursun. Aksi hâlde öleceksin! Vah vah benim yavruma… Bu genç yaşta kara toprağa gireceksin öyle mi? Derhal git. Hani, ağustos ayında bir böcek yol ortasında toz toprak içerisinde pislik yuvarlar ya! İşte, senin hastalığının şifası, o pisliğin içerisindedir. Hasta adam:

            -Aman teyze sen ne diyorsun? Bu kış ortasında, ben o böceğin yuvarladığı o pislik topunu nereden bulayım? Koca karı:

            -Evladım, o pisliği bulmakla kalmayacaksın. Bulduğunda o pisliği de yiyeceksin. Yediğinde, derdine derman bulacaksın. Eski sağlığına kavuşacaksın. Hasta adam:

            -Teyze, benim hastalığımın o pislikle ne alakası var? Koca karı:

            -Var evladım, var. O pislik böceği, o pisliği yuvarlayıp top yaparken ağzından salya akıtır. Senin şifan pislikte değil, o esnada böceğin ağzından salgıladığı salyadadır. Neticede adam gider. Söz konusu pislik topunu bulur. Yer ve dertten kurtulur. Bir zaman sonra o adam, gemi ile yolculuğa çıkar. Deniz ortasında gemi su alır. Gemi su alamaya başlayınca gemidekiler telaşa düşerler. Telaşla bir şeyler yaparken bir köşede sessiz duran adama, sen de bir şeyler yap dediklerinde, adam onlara:

            -Hiç kusura bakmayın! Ben, Allah’ın işine karışmam. Bir defa karışmaya kalkıştım. O kalkışmamda da Allah, bana “b.k” yedirdi, der. Bu hikâyenin sonu de böyle biter.

            Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!