“Birleşmiş Milletlerin, Kıbrıs Türk halkıyla da ilgilenmesi temennisinde bulunuyorsak da maalesef her defasında ‘Birleşmiş Milletler yardımlarını yalnız Hükümetlere yapar. Şikayetlerinizi Rum Yönetimine bildiriniz. Münasip ve uygun gördükleri takdirde Size de bir miktar ihsanda belki bulunabilirler’ gibi cevaplarla karşılaşıp duruyoruz… Kıbrıs Türk’ünü kendi acıları ve yokluğu ile daha fazla baş başa bırakmak, ne insanlık kaidelerine ve ne de Birleşmiş Milletlerin maksat ve gayelerine uymaktadır!”. 1969

 

                                                                                                                        Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

            BM’in değişik birimlerinde görev yapmış olan esmer tenli vatandaş olarak sıklıkla tanımladığımız Kofi Annan geçtiğimiz günlerde ölümle tanıştı. Kişilerin görev yaptıkları dönemde her alanda başarılı olacakları diye bir kuralın olmadığı da biliniyor. Kofi Annan’ın görev yaptığı dönemde Ruanda ve Bosna savaşlarındaki soykırımları engellemekte fazla etkili olamadığı biliniyor. Bu gerçeklere karşın bu kişiye 2001 yılında Nobel Barış Ödülünün verilmesi anlaşılır olmanın da ötesindedir. Bu konuda ödülü aldı diye O’nu eleştirmenin ötesinde ödülü verenlerin veya layık görenlerin ölçütlerinin sorgulanması gerektiğini kaydetmek istiyoruz.

Bizler adı geçen kişiyi 2000 yılından itibaren Kıbrıs konusundaki çıkışları ve değerlendirmeleri ile tanıyoruz. Anılan kurumda kendisinden önce görev yapanların ve kendisinin de bir işe yaramayan Kıbrıs’taki çözüm önerilerindeki adaletsiz yaklaşımları nedeniyle sıklıkla eleştiriyorduk. “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm İçin Zemin” başlığını taşıyan ismi ile anılan belge ile daha yakından tanıma şansımız oldu. 5 kez değiştirilen adı geçen belge gelen gideni aratır özdeyişinde olduğu gibi bir önce yazılanı aratıyordu. Oylamaya sunulduğu dönemde bile belge üzerinde tarafların tam olarak uzlaşısının sağlanamadığı biliniyor.

Plan diye sunulan belgenin başına gelenlerden sonra Kıbrıs Türk’lerinin varlıkları anımsanıyordu. Ortalıklara çıkan bu sonuç bizler açısından önemli idi. O güne değin Ada’da yok sayılan Kıbrıs Türk’leri varlıklarını BM aracılığı ile onaylatmış oluyorlardı. Böyle bir sonucu ne yazık ki yeterince değerlendiremedik ve sadece sempati toplamakla yetinmek durumunda kalmış olduk. Bazı siyasetçiler o günlerin heyecanı ile yollara düşerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması gerektiğinin türküsünü çığırıyorlardı.

Oylama sonrasında yaşananları sizlerde en az bizler kadar biliyorsunuz. Karşımızdaki unsur İngiltere’nin marifeti ile gerçekleştirilen hukuk katliamı ile AB ‘ne üye olarak alındı. Hemen sonrasında da Ada’da bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri AB toprağı olan bir ülkede işgalci olarak ilan edildi. Belgesinin reddedildiği günlere dönecek olur isek Kofi Annan yazdığı raporunda karşımızdaki unsurun o dönemdeki lideri Bay Papadopulos’un sözcülüğüne soyunduğunu söylemek olasıdır.  

Karşımızdaki unsurun uzlaşmama nedenlerini belirttikten sonra ağzını fazla ıslattığından olacak baklasını düşürüverdi. “Kıbrıslı Türk’ler ve Türkiye Rum’lara el uzatmak için hiçbir fırsatı kaçırmamalı ve uzlaşma için elinden geleni yapmalı” diyordu. Zaten Papadopulos da Türk’lerin kendi azınlıkları olarak kalmalarını istiyordu. Bu güne değin bu yaklaşımlarında herhangi bir değişikliğe rastlamadığımız biliniyor.

Kofi Annan ile Birleşik Amerika Devletlerinin referandum sonucunu Türk tarafı için “egemenlik ve devlet olarak tanınma isteğinden vazgeçme” diye değerlendirdiklerini de anımsatmak istiyoruz. Kıbrıs Türk’leri için yıkım planını hazırlamış olan bu kişinin nasıl anılması gerekiyorsa o şekilde anılacağına da vurgu yapmak istiyoruz. Bazı kişilerin Annan’ı “Mirası hepimiz için ilham kaynağı olacaktır” diye değerlendiriyor olmalarını yaptıkları ile ve dünya gerçeklerinden ne kadar uzak olduklarını da gösteriyor. Bu yaklaşım ve bakış da onlarını sorunu olsa gerek.

Yaşadığımız bu gerçekler karşısında Ulusal Konsey’e de işlerlik kazandırarak daha tutarlı ve planlı bir şekilde çalışmamız gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…