“Ada’nın coğrafi durumu, nüfus dengesizliği, Rum toplumunun kafasına saplanan Enosis çivileri durdukça bizi ancak Türk askerinin buradaki varlığı ayakta tutabilir… Barış istemiyor değiliz. Bugünkü durumun biran önce çözüme bağlanmasını temenni edenlerdeniz. Fakat belirttiğimiz gibi her şeyden evvel, can ve mal güvenliğimizin sağlanması gerekmektedir. Bu da ancak Türk askerinin Ada’dan ayrılmamasıyla sağlanabilir.”1980

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Her yıl Nisan ayının yaklaşması ile Ermeni soykırımı savları bilinerek veya kasten ortalıklara sürülüyor. 24 Nisan’a sayılı günler kalmış olmasına karşın onların sırtlarını sıvazlayanlar konuyu gündeme taşıyorlar. Son olarak Hollanda Parlamentosunun bu yolda aldığı kararın hiçbir değerinin olmadığını bu kararı alanlarında iyi bildiklerine inanıyoruz. Anılan konu tadın kabağını bile vermediğine göre bu yönlü karar alanların tarihe de saygılarının olmadığının göstergesidir.  

Sürekli olarak bu yönlü çabalarını sürdürenlerin bilimsel toplantılardan da kaçarak mağdurları oynamayı yeğlediklerini hemen herkes biliyor. Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak ödün kopartmaya çalıştıklarını Mısır’da bile duymayan kalmamıştır. Onların savlarına göre 1915 yılında yaşandığı belirtilen olayların benzeri günümüzde hemen her gün yakın çevremizdeki ülkelerde fazlası ile yaşanıyor. Bu nedenle şer cephesi diye tanımlayacağımız ülkelerin artık Türkiye ile uğraşmamaları gerektiğini kaydetmek istiyoruz.

Bölgemizde sürekli olarak sırtları sıvazlanan bir başka grup ise Kıbrıs Rumlarıdır. Bundan aldıkları cesaretle kendilerini Doğu Akdeniz’in tek sahibi olarak görüyorlar. Münhasır Ekonomik Bölge tanımlarını da hiçbir komşu ülkeyi dikkate almadan belirliyorlar ve sırtlarını sıvazlayanlarca da haklı görülüyorlar. Türkiye bu nedenle Denizcilik Uyarısını 10 Mart’a kadar uzattığını ve bölgede askeri faaliyet yapacağını açıkladı. Kızılca kıyamette bu açıklama üzerine koptu.

Bu tür konuların masa başı çalışmaları ile aşılması olanaklı iken konu Brüksel’deki lahana tarlalarına taşındı. Buna koşut “Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını, Deniz Hukuku da olmak üzere Uluslararası Hukuku ihlal, bölgedeki barış ve istikrarı tehdit ettiği” savı ile BM’e Türkiye’yi şikayet ettiler. Bununla yetinmeyenler enerji planlarına normal şekilde devam edeceklerini belirtiyorlar. Önü sürülen bu savı ortalıklara atanlar aynaya bakmadan Türkiye’ye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne müzakere masasına dönme çağrısında bulunuyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünün 2018 yılı içinde öncelikli bir konu olmadığını söyleyenlerin bu çağrıları dikkate almamaları gerektiğini düşünüyoruz. Aldıkları kararları ve açıklamaları daha dikkatli yapmaları gerektiğini İsmet Paşa’nın “Devlet adamı dediğin sözüne güvenilir adam olmalıdır” söylemi ile yanıtlamak durumundayız. Bu söylemi, “Dünyaya nizam vermeye çalışanların da verdikleri kararlarla daha inandırıcı olmaları gerekiyor” diye okunmasını istiyoruz.

AB’nin önde gidenlerinden Bay Donald Tusk ise “Türkiye’yi bölgede gerginlik yaratacak adımlara son vermesi” çağrısında bulunuyor. Bununla yetinmeyenler, “AB’ne üye devletlerin karasuları ve hava sahaları üzerindeki egemenliğine saygı gösterme gereğini” vurguluyorlar. Bu yönlü bir yaklaşım eve giren hırsızın davranışı ile bire bir örtüşmektedir. Yaşanan bu gelişmelere karşın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de Uluslararası Hukuktan kaynaklanan hakları olduğu da unutulmamalıdır.

Adamına veya ülkesine göre özel bir hukuk kuralı olamayacağına göre oluşturacağımız Ulusal Konsey aracılığı ile birlikte hareket ve mücadele edilmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…

Not: Bu yıl 16 – 25 Şubat günlerinde Ankara’da 12.si düzenlenen Kitap Fuarının önceki yıllara göre daha yoğun katılımlı geçtiğini özellikle belirtmek istiyorum. Katılımcıların imza günlerime, düzenlenen söyleşime ilgi gösterenlere özellikle teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum. Ne mutlu onlara… AG.